Hrant Dink Vakfı bünyesinde 2009 yılından beri yürütülmekte olan ‘Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi’ projesi kapsamında, sistematik bir yazılı basın izlemesi yapıyoruz ve bütün ulusal gazeteler ile yaklaşık 500 yerel gazeteyi tarayıp etnik, ulusal ve dinî kimliklere yönelik nefret söylemi örneklerini tespit ediyoruz. Ocak 2017 itibariyle her hafta, tespit edilen içeriklerden beş tanesini eleştirel söylem analizleriyle birlikte buradan paylaşacağız. Bu seçkilerle, toplumdaki kutuplaşmanın ve farklılıklara tahammülsüzlüğün yazılı basına değişik biçimlerde yansımalarına dair bir resim sunmayı ve medyanın nefret dilinin yaygınlaşmasında oynadığı rolü görünür kılmayı amaçlıyoruz. Böylece, ayrımcı ve ırkçı söylemle mücadele yöntemlerine dair tartışma zeminini genişletmeyi ve medyada, insan haklarına daha saygılı ve bilinçli bir dil kullanılmasını teşvik etmeyi umuyoruz.
Ocak-Nisan 2017 döneminde, her hafta için derlenen nefret söylemi örneklerine ve haklarında yazılmış analizlere ulaşmak için tıklayınız.
Milli Gazete’nin ilk sayfada “RUMLAR %7’YE DE RAZI DEĞİL!” ve iç sayfada “CENEVRE’DE RUM YOKUŞU” başlıklarıyla hazırladığı haber, Kuzey ve Güney Kıbrıslı liderlerin Ocak'ta Cenevre'de yaptığı müzakereleri ele alıyor. Gazete, başlığın üzerinde yer alan “TOPRAĞIMIZIN YÜZDE 7’SİNİ VERİYORUZ AMA RUMLAR HÂLÂ KABUL ETMİYOR…” ve spotta yer alan “Bugün Cenevre’de başlayacak olan görüşmelerde, tarafların elindeki ‘haritalar’ belli oldu. Türk tarafı adına müzakere masasına oturanlar, mücahidlerin kanlarıyla sulanmış topraklarımızı yüzde 36’dan yüzde 29’a düşürdüler, Rumları yine memnun edemediler… Rumların istedikleri şey gayet basit; EOKA’ya (RUM MİLLİ MUHAFIZ ORDUSU) teslim olun…” sözleriyle, devletlerin sürdürdüğü politikaları eleştirirken bir etnik grubu topyekün düşmanlaştırıyor.
Diğer yandan, “Rumların küstah isteklerine ve yaptıkları şımarıklıklara göz yumulurken, sanki Rumlarla yaşamanın dışında başka çaresi yokmuş gibi hareket ediliyor” sözleriyle, Rumları ‘küstah’ ve ‘şımarık’ olarak nitelendirerek aşağılıyor. Aynı zamanda, “12 sene önce yüzde 7’lik toprak parçasını dahi beğenmeyen Rumların, Türk tarafından ne istediği ortada; TESLİMİYET” sözleriyle, Rumları bir tehdit kaynağı olarak konumlandırıyor.
Mehmet Memiş Hoca, Güneş gazetesinde yer alan “Birlikte yaşamaları mümkün değil” başlıklı köşe yazısında, bir önceki haberde olduğu gibi, Kuzey ve Güney Kıbrıslı liderlerin, garantör ülkelerin de katılımıyla yaptığı müzakereleri ele alıyor. Memiş Hoca, müzakerelerden anlaşma çıktığı takdirde, iki tarafın federal bir çatı altında birleşme ihtimalini eleştiriyor ve Rumlarla Türklerin birlikte yaşamalarının mümkün olmadığını iddia ediyor. Yazar, “Rumlara güvenmiyorum” alt başlığı ve “Sevgili okuyucularım bende derim ki; Sakın gevşemeyin ve işi sıkı tutun. Eğer işi sıkı tutmaz iseniz işte o zaman ‘yandım Allah' dersiniz. Çünkü Rumlar'a ve Rumlar'ın arkasındakilere güvenmiyorum” sözleriyle, Rum kimliğini bir kaygı kaynağı olarak kodluyor.
“Sırpların yaptığı katliam gibi” alt başlığının ardından ise yazar okuyucuya, “Rumlar Türkler'i her şeyden yoksun bırakmak ve Kıbrıs'tan kovmak için elinden geleni yapmayacak mı? Peki Avrupa Birliği'ne üye olan Rumlar, Sırplar'ın Müslümanlar'a yaptığı katliamların benzerini yapmayacağının garantisi var mı?” ve “Avrupa ne zaman bügüne kadar ezilen, mazlum Müslümanların yanında yer aldı. Sırplar'ın soykırımına, katliamına destek olan Avrupa değil miydi?” sorularını yeneltip, tüm Sırpları şiddet ve katliamla özdeşleştiriyor, onlara dair olumsuz hisleri pekiştiriyor. Ayrıca, doğrudan Hıristiyan kimliğine vurgu yapmasa da, kurduğu Sırp-Müslüman karşıtlığıyla dolaylı olarak Hıristiyanları da hedef alıyor. Ortaya attığı bu ihtimal ile Rumların, Türklerin potansiyel bir düşmanı olduğu algısını yaratıyor; eşitlik ve bir arada yaşama idealine tehdit teşkil eden bir söylemin yaygınlaşmasına ve iki halk arasındaki düşmanlığın körüklenmesine neden oluyor.
Aydınlık gazetesinin “Ermeni teröristlere karşı imza kampanyası” başlığıyla hazırladığı haberi, 8 Ocak 1977'de Moskova metrosuna yapılan saldırıyla ilgili başlatılan bir imza kampanyasına dair siyaset bilimci Oleg Kuznetsov’un Eurasia Diary gazetesine yaptığı açıklamaları konu ediyor. Kuznetsov’un “Ermeni teröristler” ve “Ermeni cinayeti” gibi ifadeler barındıran sözlerine yer verilen haber, “Ünlü Rus siyaset bilimci Oleg Kuznetsov, 40 yıl önce Ermenilerin yaptığı terör eylemleriyle ilgili imza kampanyası başlatılması konusunda ‘Eurasia Diary’nin sorularını yanıtladı. Oleg Kuznetsov, Rusya’da Ermeni terörünün üstünün kapatıldığını savunarak, Moskova’nın bu konuda adım atmasını istedi” sözleriyle başlıyor. Gazete, gerek bu sözlerle gerek haberin başlığıyla, münferit bir saldırıyı etnik bir kimliği ön plana çıkararak ve şeytanlaştırarak haberleştiriyor. Böylece, Ermeni kimliğini şiddetle ilişkilendiriyor ve tüm Ermenileri bir tehdit kaynağı olarak gösteren bir söylemi güçlendiriyor.
Mehtap Yılmaz, Yeni Akit gazetesinde yer alan “Baykal’ın itaati… CHP’nin Kalleşnikofu, Niyazi Nefi Kara!” başlıklı yazısında, TBMM Genel Kurulu’nda, anayasa değişiklik teklifi maddelerinin oylanması sırasında milletvekilleri arasında çıkan kavgayı değerlendirirken, CHP ve HDP’yi ve bahsi geçen siyasileri provokatif bir üslupla düşmanlaştırıyor. Yazısında, ağırlıklı olarak CHP milletvekillerini hedef alan Yılmaz, “Adam olsa hasmının karşısına çıkar ama görüldüğü üzere Niyazi korkağın teki! Sinsice yaklaşıyor…” benzeri sözlerle, cinsiyetçi ve kışkırtıcı bir dille, tekrarlayan bir şekilde Niyazi Nefi Kara’ya hakaret ediyor. “Aslında Yahudi tıynetli, hem vuruyor, hem mağduru oynuyor…” cümlesinde ise, Yahudi kimliğinin kendisini bir hakaret unsuru olarak kullanarak simgeleştiriyor; Yahudilere dair olumsuz algıları pekiştiriyor. Yazar, “Bir de tırşikçi HDP’lilerle bunları aynı çuvala koyduğumuzda kuduruyorlar!”, “HDP'li Demirtaş gibi milli iradeyi ‘sokağa inmekle’ tehdit eden bir CHP var!” ve “Partinin anasını ağlattılar! FETÖ kuklası, PKK destekçisi yaptılar! (…) CHP’nin içine FETÖPKK kaçmış…” gibi ifadelerle, söz konusu partileri düşman olarak konumlandırıp, toplumdaki kutuplaşmanın derinleşmesinde rol oynayan oldukça tehlikeli bir söylemi dolaşıma sokuyor.
Ahmet Günaydın, Bursa Şehir gazetesinde yer alan “HYTÖ (Hıristiyan/Yahudi Terör Örgütü)” başlıklı yazısında, Charlie Hebdo saldırısı ve IŞİD saldırıları sonrası yükselen İslam karşıtı söylemler ve İslamofobi'ye cevap olarak “İslam’ın hoşgörü ve ve barış dini olması üzerine günlerce tartışmalar/açıklamalar/savunmalar” yapılmasını eleştiriyor ve “Müslümanların 'Günah keçisi' olduklarına dair ezik bir psikolojinin zımnen kabul edilmesi gibi bir sonucu da beraberinde” getirdiğini ve “Bundan sonra Müslüman İlahiyatçılar/Alimler/ Entelektüeller/ Aydınların savunmaya değil saldırıya odaklanmaları gerekir” diyor. Günaydın devamında, “Daeş'in, El Kaide'nin ve bilumum terör örgütlerinin arkasındaki akim 'Hıristiyan/ Yahudi Batı Aklı' olduğunu, bu aklın da dini anlayış ve akidelerinden bağımsız düşünülemeyeceğini vurgulamalıdırlar. Evet, 'Hıristiyan Terörizmi' ve 'Yahudi Terörizmini kavramsallaştırmaktan bahsediyorum” sözleriyle bahsi geçen örgütlerin arkasındaki güç olarak Hıristiyanları ve Yahudileri gösterip, dünyayı terörize ettiklerini iddia ediyor. Yazar, bu sözleriyle Hıristiyanlar ve Yahudiler hakkındaki yaygın önyargıları pekiştirirken onları düşmanlaştırıyor ve tehlikeli bir savaş söylemini satır aralarında yeniden dolaşıma sokuyor.