24 Ekim 2017’de Hrant Dink Vakfı’nda, Türkiye’den gazeteciler, alternatif medya platformlarından kişiler, sanatçılar, oyun yazarları, STK temsilcileri, akademisyenler ve edebiyatçıların eşliğinde ve Peter Molnar’ın katılımıyla düzenlenen yuvarlak masa toplantısında nefret söylemi ve ayrımcılığa karşı nasıl mücadele pratikleri geliştirilebileceğine dair tartışıldı.

Ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadelede özellikle sanat ve medyanın rolüyle ilgili bilgi, deneyim, öneri ve gözlemlerin paylaşıldığı bu toplantının katılımcıları; Türkiye’de gazetecilik üzerine bir çalışma hazırlayan doktora öğrencisi Caitlin Miles; Ezilenlerin Tiyatrosu ve katılımcı tiyatronun toplumsal diyalog için potansiyelleri konusunda tez yazan ve aynı zamanda Sulukule’de kültürel miras ve sesler üzerine de bölge halkının katılımıyla yürütülen bir  projede yer alan Zeynep Kunt; Pen Türkiye ve English Pen üyesi yazar, edebiyatçı Burhan Sönmez; bağımsız tiyatro oyuncusu ve kadın hakları üzerine çalışmalar yürüten Zuhal Güreli; İstanbul'da faaliyet gösteren ve yeni metinler, yeni teknolojiler ve disiplinler arası konularda işler üreten tiyatro grubu ‘Ve Diğer Şeyler Topluluğu’nun kurucu yönetmeni ve GalataPerform adlı performans mekânının kurucusu Yeşim Özsoy; Central European University'de (Orta Avrupa Üniversitesi) kadın çalışmaları alanında doktorasını sürdüren Aslı Karaca; sanat ve medya alanlarında faaliyet gösteren ve bireylerin karşılaştığı sansür, otosansür, yalnızlaştırma, karalamacılık, manevi linç vakalarına karşı bir arada hareket etmek, etkili ve çoksesli çözüm yolları üretmek için kurulan Susma Platformu Koordinatörü Özlem Altınok; Central European University'deki Medya ve İletişim Çalışmaları’nın kurucu araştırmacılarından biri olan ve şu anda aynı üniversitenin Avrupa Genişleme Çalışmaları Merkezi’nde ifade özgürlüğü alanında araştırma üyesi olarak görev yapan, yazar, slammer, gönüllü radyo programcısı, katılımcı tiyatro yönetmeni ve aktivist Peter Molnar oldu.

Türkiye ve Avrupa’da nefret söylemi ve ayrımcılıkla şu anda neredeyiz sorusu ile başlayan tartışmada Burhan Sönmez ayrımcı söylem ve nefret söyleminin Türkiye’den Amerika’ya kadar birçok yerde yaygın olduğunu ve popülist söylemin tırmanışta olduğuna değindi. Toplumların büyük çoğunluklarının kabul edilemez bir dil kullanan siyasetçileri desteklediğini ve bu sayede ayrımcı söylemlerin günlük hayatımıza kolayca yerleştiğini dile getiren Sönmez, politik söylemin gündelik hayatı ne kadar etkilediği üzerine düşünmek gerektiğini öne sürdü. Bir yazarın, yaratıcı potansiyelini ortaya koymaya çalışırken okuyucularından aldığı tavsiyeler doğrultusunda söylemini şekillendirebileceğini öne süren Sönmez sanatçının bu vesileyle kendine bazı limitler koyması gerektiğini öne sürdü.

Zuhal Güreli de kadınların ayrımcı söyleme ve nefret söylemine maruz kalmasının çıkış noktasının devlet söylemi olduğunu belirtti. 

Kişisel deneyimlerine yer veren Yeşim Özsoy, Türkiye’de uygulanan sansürler sebebiyle sanatçıların sürekli tetikte olma halinde bulunduğunu ve bu noktada sanatçının kendine sansür uyguladığını ama kendine sansürün de sansüre karşı bir duruş olarak değerlendirilebileceğini de belirtti.   

Sanat ve medyanın nefret söylemi ve ayrımcılıkla mücadelede nasıl bir araç olacağına dair yapılan tartışmada konuklar kendi gözlemlerini ve deneyimlerini paylaştı.

Önyargıların aileden ve kişinin çevresi tarafından başladığını dile getiren Aslı Karaca sanat ile kendisinin ve çevresinin taşıdığı önyargılarla nasıl yüzleştiğine değindi. Peter Molnar’ın düzenlediği Nefret Söylemi Monologları’na katıldığından beri hem kendini ifade etme şansı bulduğunu hem de başka insanlarla ortak bir mekânı paylaşarak onlara dokunma, onları dinleme ve bu şekilde de değişme fırsatı bulduğunu öne sürdü. Nefret Söylemi Monologları ile insanların kişisel hikâyelerini paylaşma şansı bulduğunu öne süren Peter Molnar, bu sayede bu hikâyelerin kamusal alana taşınma ve görünür olma şansı bulduğunu belirtti. New York – Budapeşte arası internet üzerinden slam şiiri performansları düzenleyerek birçok insana ulaştığını ve bu grupların homojen olmadığını dile getiren Molnar, katılımcı sanat performansı ile ortaya bir sohbetin çıktığını öne sürdü. Tartışma sırasında bu gibi heterojen grupların çatışma çözümlerinde karşılık dönüşüm sağlanması için önemli rol oynadığı vurgulandı.

Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde artan bilim kurgu ve distopya edebiyatının bir çeşit iletişim yöntemi olduğunu öne süren Burhan Sönmez, çatışma çözümlerinde yeni jenerasyonların yazmaya başladığı bilim kurgu edebiyatının çok iyi bir araç olduğunu belirtti. Roman edebiyatında hiçbir şeyin gizlenemediğini öne süren Sönmez, bu noktada okuyuculardan gelen kritiğin önemini vurgularken politikada da bunun böyle yürümesi gerektiğini ve toplumun politika üreticilerini eleştirebilmesi gerektiğini öne sürdü.

Kendi yazdığı oyunlardan yola çıkarak ötekinin öne sürdüğü argümana da kulak vermemiz gerektiğini söyleyen Özsoy bu şekilde, birini dönüştürmek yerine ona karşı toleranslı olmak gerektiğini vurguladı.  Asıl sorunun iletişim kurmanın ve tolerans göstermenin zorluğu olduğunu ancak tiyatronun ve mizahın bu noktada çok önemli bir araç olduğunu belirtti. 

Katılımcı sanatın, performansın, medyanın nefret söylemi ve ayrımcılıkla mücadelede rolleri üzerine tartışılan yuvarlak masa toplantısında yeni işbirlikleri oluşturmak adına geleceğe dair fikirler ve tavsiyeler de öne sürüldü.