“Dijital Teknolojileri Kullanarak Nefret Söylemi ve Ayrımcılıkla Mücadele” projesi kapsamında düzenlenen panel serisinin altıncısı, ‘Nefret Söylemi ve Ayrımcılıkla Mücadelede Alternatif Yaklaşımlar’ başlıklı panel, 10 Eylül 2024 Salı günü Hrant Dink Vakfı Havak Salonu’nda yapıldı. Panel, vakfın YouTube hesabından İngilizce ve Türkçe olarak canlı yayınlandı. Moderasyonunu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Sarper Durmuş’un yaptığı panelde, Uppsala Üniversitesi’nden Nazar Akrami, Public Discourse Vakfı’ndan Morgane Bonvallat ve Gunda Werner Enstitüsü'nden Katharina Klappheck konuşmacı olarak yer aldı. 

Friedrich Naumann Vakfı’nın Türkiye ofisi direktörü Aret Demirci, nefret söylemi ve ayrımcılıkla mücadelede yapay zekanın tanıdığı olanakların önemini vurgulayarak panelin açış konuşmasını yaptı. Çevrimiçi nefret söyleminin dijital alandaki etkilerinin günlük hayata da yansıdığına dikkat çeken Demirci, yapay zeka teknolojilerinin nefret söylemini tespit etme ve sınıflandırmadaki olanaklarının ayrımcılıkla mücadelede en etkili yöntemlerden olacağına değinerek konuşmasını tamamladı. 

Panelin moderasyonunu yapan Sarper Durmuş, nefret söylemi ve ayrımcılığın hem dijital alanda hem de günlük hayatta artışta olduğuna değinerek, nefret söylemi çalışmalarının bu atmosferde önem kazandığından bahsetti. Çevrimiçi nefret söylemi ve dezenformasyonun sosyal medya platformları aracılığıyla hızla yayılmasına dair İngiltere’den ve 2024 Paris Olimpiyatları’ndan güncel örneklere değindi. Durmuş, ifade özgürlüğü ve nefret söylemi arasındaki gerilimin ayrımcılıkla mücadelede alternatif yöntemlerin gerekliliğine işaret ettiğini vurgulayarak sözü ilk konuşmacı Nazar Akrami’ye verdi. 

Nazar Akrami konuşmasına  İsveç’teki araştırmalarda ülkede yasal olarak tanımlanması sebebiyle  ‘nefret söylemi’ yerine daha ulaşılabilir olduğu düşünülen ‘toksik dil’ kavramının kullanıldığını söyleyerek başladı. Toksik dili anlamak için yapılan metin sınıflandırma çalışmalarından bahseden Akrami, özellikle sosyal medya şirketlerinin yeterince üzerine çalışmadığı İsveççe gibi minör dillerde toksik dili daha yakından inceleyebilmek adına kurulan ‘European Hate Lab’in çalışmalarına değindi. Farklı gruplara yönelik önyargıları ve bu önyargıların çevrimiçi platformlarda dışavurum biçimlerini  araştıran Akrami, norm yokluğu (anomi) ve anonimlik gibi bazı faktörlerin kişilerin toksik dil kullanımını etkilediğini belirtti. Metinlerdeki toksiklik seviyesini kullanıcıya bildirerek bir otokontrol mekanizması yaratan uygulamaların ve topluluk normlarının toksik dil kullanımını azaltabileceğinin altını çizdi.

Morgane Bonvallat konuşmasına çevrimiçi alanları güvenli hale getirmeyi ve bu alanlara bireylerin aktif ve özgür katılımını sağlamayı amaçlayan Public Discourse Vakfı’nın çalışmalarını anlatarak başladı. Nefret söylemine dair veri ve araştırmaları daha ulaşılabilir kılmayı hedeflediklerini söyleyen Bonvallat, İsviçreli kadın politikacı ve gazetecilerin deneyimlerinden örnek vererek vakfın nefret söylemi ve toksik dilin hedefi olan kişi ve gruplara da destek verdiğinden bahsetti. Bir sosyal medya platformundan elde edilen İsviçre Almancası, Fransızca, ve İngilizce dillerindeki 8000 gönderinin incelendiği bir araştırmada nefret içerikli gönderilerin %50-70’inin kullanıcıların %1’i tarafından paylaşıldığını gözlemlediklerini aktardı. Bu verinin bir fırsata işaret ettiğini söyleyen Bonvallat, çevrimiçi alanlarda empati temelli karşıt söylem üretilmesi aracılığıyla nefret söylemiyle mücadele edilebileceğini belirtti. 

Son olarak Katharina Klappheck, Gunda Werner Enstitüsü’nün aktivitelerinden ve nefret söylemini bir siber güvenlik sorunu olarak sınıflandıran yaklaşımlardan bahsetti. Çevrimiçi ortamları güvenli hale getirmek için feminist perspektifin gerekliliğini vurguladı ve Alman kadın politikacıların deneyimlerden örneklerle siber güvenlik açıklarının kişilerin güvenliklerine ve demokratik değerlere direkt etki ettiğini anlattı. Nefret söylemiyle mücadelede çok katmanlı bir yöntem izlendiğinden bahseden Klappheck, nefret söyleminin tekil bir problem değil dezavantajlı gruplar ve demokrasi için  tehdit oluşturan toplumsal bir sorun olduğunu vurguladı. İçerik moderasyonun nefret söylemiyle mücadelede çok önemli bir rol oynadığını söyleyen Klappheck, moderatörlerin çalışma şartlarının iyileştirilmesinin ve iş tanımlarının netleştirilmesinin bu alanda önemli bir adım olacağını aktardı. Konuşmasını Brezilya ve Almanya’dan iyi örnek uygulamalarına değinerek noktaladı ve güvenliği, gizliliği ve aktif katılımı önceleyen çalışmaların önemini belirtti.

Panelin soru cevap kısmında, bahsedilen yaklaşımların Türkiye’de olası uygulama alanları, nefret söylemiyle mücadelede sosyal medya şirketleri ve hükümetlerin politikalarının rolü, ve içerik moderasyonun önemi tartışıldı. Ayrıca çevrimiçi alanlarda nefret söylemi üreten kullanıcı profillerinin tartışıldığı bu kısımda, bağlam ve dile dair farklılıkları gözeten tespit araçlarının nefret söylemi ile mücadelede etkili olacağı belirtildi.

Bu proje Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir.