Hrant Dink Vakfı bünyesindeki ASULİS Dil, Diyalog, Demokrasi Laboratuvarı’nın etkinliği olan “Türkiye’de Hapishaneler, Mahpusluk ve Ayrımcılık” paneli, 27 Ekim 2016’da, Anarad Hığutyun Binası’nda gerçekleşti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. İdil Işıl Gül’ün moderatörlüğünü üstlendiği panel, Türkiye Hapishane Çalışmaları Merkezi’nden (TCPS) Zafer Kıraç ile Mustafa Eren ve Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Seçil Doğuç’un katılımıyla gerçekleşti.
Panelin video kaydı
Panelde ilk sözü alan Zafer Kıraç, kampüs tipi hapishanelere mahpus yakınlarının, avukatların ve sivil toplum üyelerinin erişiminin zor olduğundan bahsetti. Türkiye’de hapishane sayısının azaldığı iddiasının yanıltıcı olduğunu vurgulayan Kıraç, bunun nedeni olarak artan yatak kapasitesini ve hapishane mevcudunu gösterdi. Kampüs tipi hapishaneleri, insanların malzemeler gibi konuldukları yerlere benzeten Kıraç, bu sebeple hapishanelere artık ‘depo’ demeyi tercih ettiklerini belirtti. Kıraç, hapishanelerin sayısını ve yatak kapasitesin artırdığınız durumlarda hapishane nüfusunun arttığını, kapatmaya karar verdiğiniz durumlarda da mahpus sayısının düştüğünü ifade etti.
Osmanlı Devleti’nden günümüze hapishanelerin tarihi gelişimini özetleyerek sunumuna başlayan Mustafa Eren, eskiden her ilçede bir hapishanenin bulunduğunu ve bunun daha insani bir uygulama olduğunu vurguladı. Eren, kendi ilçesinde bir hapishanede kalan mahpusun, kampüs tipi hapishanelerdeki mahpuslarla karşılaştırıldığında daha insani koşullara sahip olduğunu belirtti. Türkiye hapishanelerinin ‘sağlıklı’, Sünni, Müslüman, yetişkin, heteroseksüel ve süreli ceza almış erkeklere göre hazırlanan yerler olduğunu öne süren Eren, bu kategorilerin dışındaki mahpusların daha fazla ayrımcılığa uğradıklarından bahsetti.
Panelin son konuşmacısı Seçil Doğuç, hapishanedeki birçok pratiğin, önlemin ve uygulamanın mahpusların benliğini yaralamak gibi bir işleve sahip olduğunu dile getirdi. 1970’ler sonrasında mahpus gruplarını ‘taşıdıkları’ risklere göre değerlendirmeyi seçen yeni bir yönetim anlayışının belirdiğini dile getiren Doğuç, Türkiye’de 2001 yılından sonra daha fazla cezalandırmaya dayalı, daha güvenlikçi bir sistemin ön plana çıktığından bahsetti. Bütün dünyada giderek artan şekilde risk yönetimi ve daha yüksek risk seviyelerinin oluşturulduğuna değinen Doğuç, Türkiye’de devlete karşı suç işleyenlerin, örgütlü suçlardan hüküm giymiş ‘tehlikeli mahpus’ olarak kategorize edildiğinden bahsetti. Öte yandan, hapishane sistemine giriş yapmış her kişinin özel ihtiyaç ve risklerini tespit ettikten sonra, bu değerlendirmenin altı ayda bir yenilenmesi gerektiğini, böylece yüksek risk grubundaki mahpusların olabildiğince normal rejime uygun koşullarda tutulmasının sağlanabileceğini belirtti.
Moderatör İdil Işıl Gül, Türkiye’deki mevcut sistemin, bireyi gören bir sistem olmadığını; aksine, sistemin bireye karşı kendini korumaya aldığını ve bundan kaynaklanan reflekslerle hareket ettiğini vurguladı. Panelin soru-cevap bölümünde, dinleyicilerin de katkılarıyla, Türkiye’de özel ihtiyacı olan mahpuslar, ağırlaştırılmış müebbet hükümlülüğü ve mahpusların hapishanelerde iletişim ihtiyaçlarının karşılanmaması üzerine tartışmalar yapıldı.