"Pandemi dönemi ve sonrasında sivil toplum" adlı webinar serisinin beşincisi 6 Temmuz 2020’de yapıldı. Webinarın konukları, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve insan hakları aktivisti Zafer Kıraç pandemi döneminde sağlık, sosyal güvenlik, ifade özgürlüğü gibi alanlardaki hak ihlallerini konuştular. 

Turgut Tarhanlı pandeminin tıbbi ve insan hakları olmak üzere iki önemli boyutu olduğunu ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) de politikalarını bu çerçevede sosyo-ekonomik temelli bir bakışla geliştirdiğini belirtti. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin de pandemi sürecinde DSÖ’yle birlikte hareket ettiğini sözlerine ekledi. Dünya Sağlık Örgütü’nün de referans aldığı, Birleşmiş Milletler’in ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin uluslararası sözleşmesinin 12. maddesine işaret eden Tarhanlı, bu maddeye göre herkese mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkı tanındığını dinleyicilerle paylaştı. 

Tarhanlı, pandemi döneminin sadece sağlık hakkı tartışmasıyla sınırlı kalmaması gerektiğini, diğer hak ve özgürlüklerin de değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Tarhanlı’ya göre sağlık hakkının belirli bir düzeyde sağlanması için gereken 4 temel koşul: hakkın mevcudiyeti, hakkın erişilebilir olması, hakkın toplum nezdinde kabul edilebilir olması ve sunulan hizmetin kalitesi. Özellikle erişilebilirlik maddesi üstünde duran Tarhanlı, insanların sağlık hizmetinden hangi nedene bağlı olursa olsun ayrımcılık yasağı standardı çerçevesi gereğince, bir muameleden arınmış olarak yararlanmaları gerektiğini ekledi. Fiziksel, ekonomik ve bilgiye erişilebilirlik faktörlerinin de önemini vurgulayan Tarhanlı, Türkiye’de bu unsurları kapsayan bir sağlık politikası yürütülmesi gerektiğini belirtti. Eylem planları ve stratejilerin oluşturulmasında da “katılım” kavramının karşımıza çıktığını söyleyen Tarhanlı, bireylerin, akademinin, devlet dışı aktör ve meslek odalarının desteğinin ve katılımının salgın döneminde daha fazla önem taşıdığını sözlerine ekledi. Hesap verilebilirlik, şeffaflık ve sağlığımızın korunabilmesi için ilgili kamu politikalarının yerine getirilmesinin takibini yapabilmenin, uygunsuzluk söz konusuysa müdahaleyi sistem içinde dile getirebilmenin katılımın en temel öğeleri olduğunun altını çizdi. 

Devletin uzun zamandır sivil toplumla iletişiminin olmadığını belirten Şebnem Korur Fincancı, insan hakları örgütlerinin en temel kaynaklarından biri olan bağımsız basının da bu dönemde sınırlandırılmış olduğunu, bu nedenle izleme ve raporlama faaliyetleri için bilgiye erişimde farklı yöntemlere başvurduklarını belirtti. Bağımsız kanallar, internet medyası ve bağımsız avukatlar üzerinden bilgiye ulaşmaya çalıştıklarını söyleyen Fincancı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın tüm bu sınırlamalara rağmen günlük ve haftalık olarak düzenli rapor yayınladığını, yeni dönemde de internet üzerinden yaygınlaştırma planları olduğunu söyledi. Dünyanın en fazla internet kullanımının baskının en yoğun olduğu ülkelerde olduğunun altını çizen Fincancı bu durumun internet ve yurttaş gazeteciliğinin artmasına katkıda bulunduğunu belirtti.  Bilgiye erişim konusunda özellikle pandemi döneminde Türk Tabipler Birliği’nin de büyük katkısı olduğunu söyleyen Fincanı, ellerindeki kısıtlı olanaklarla bilimsel bilgiyi kamuoyuyla paylaşmaya çalıştıklarını vurguladı. 

Zafer Kıraç, izleme ve raporlama faaliyetlerinin sivil toplum kuruluşlarının en çok başvurdukları yöntemler olmasına rağmen iktidarların bu faaliyetlerden hiç hoşnut olmadıklarını belirtti. Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) gibi kurumların bu yöntemi geliştirdiklerini belirten Kıraç, yine de tam bağımsız bir izleme yapabilme şanslarının olmadığından bahsetti. Pandemi döneminde yürürlüğe giren ceza infaz düzenlemesinin eşit ve adil olmadığını belirten Kıraç, salgının bahane edilerek hapishaneleri boşaltmak için yapılmış bir yasa olduğunu belirtti. Diğer yandan cezaevine bu süreçte dönüşlerin de çok hızlı olduğunu ve bu düzenlemeden yararlanabilen çocuk mahpusların sayısının da çok düşük olduğunu vurguladı. Kıraç’ın sözlerine destek veren Tarhanlı, infaz yasasının ceza adaleti politikaları düşünüldüğünde hiçbir kamusal faydası olmadığını belirtti. 

Tarhanlı, devletin bu dönemde alacağı önlemlerin insan hakları üzerinden olumsuz etki yaratmayacak şekilde planlanması gerektiğini vurgulayarak kadınların ev ortamında şiddet görmelerinin, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve dizginsiz bir milliyetçiliğin önlenmesinin öncelikli olması gerektiğini söyledi. 

Salgının dünyayı hor kullandığımızın göstergesi olduğunu belirten Fincancı, giderek yoksulluğun derinleştiğini, sağlık hizmetlerine erişimin çok daha kısıtlı hale geldiğini dolayısıyla neo-liberal sistemin çöküşünü işaret etti. Hali hazırda işlevsizleşen bu düşünce sistemin yerine hak temelli bir düşünce sistemi koymamız gerektiğini vurguladı. Türk Tabipler Birliği’nin baskılarıyla kamusal sağlık hizmetleri ortadan kaldırılmadığı için pandemi döneminde Türkiye’nin başarılı olduğuna dikkat çeken Fincancı, güvenlik temelli bir devlet yapılanması yerine yerinden yönetimlerin ve kamusal alanların geliştirileceği bir sisteme geçmemiz gerektiğini söyledi. Pandemi döneminde insan hakları ihlallerinin arttığını vurgulayan Fincancı, tüm bu kısıtlamalara rağmen seslerini yükseltmeye devam edeceklerini belirtti. 

Konuşmanın sonunda Fincancı, meslek örgütlerinin kendi alanlarıyla ilgili çalışmalarına devam etmeleri gerektiğini, hak ihlallerini görünür kılmak ve bu kısıtlamaları tanımadıklarını açıkça ifade etmeleri gerektiğini söyledi.  Zafer Kıraç da sözlerini, pandemiye rağmen dünyanın her yerinde hak ihlallerine karşı eylemler yapıldığını, Türkiye’de bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceklerini belirtti.

Panelin videosu

 


Bu proje Avrupa Birliği tarafından desteklenmektedir.