Agos, 18 Ekim 1996

Eskiler anlatırdı. Dedem benim, iyi okurmuş. Yalar yutarmış her bir şeyi. Yaz güneşinden korunabildiği anlarda, özellikle de avludaki duvar dibinde oluşan asma gölgesine çektiği hasır taburesine oturur, başlarmış kitaplarının sayfalarını bir bir çevirmeye. Havanın nemiyle birbirine yapışmış sayfaları diliyle ıslattığı parmağıyla bir bir çevirip okurken, etrafında oynaşan torunlarının gürültüsünden rahatsız olur, hırsını şark sineklerinden alırmış, cilt kapaklarıyla onları bir bir tepeleyerek.

Ağlaşan bebelere dayanamayıp "Al bu yerde yürüyenleri içeri" diye neneme bağırdığında bilinirmiş ki okuduğu bir şeye çok sinirlenmiş.

Dudaklarından düşürmediği sarma sigaranın son parçası tutkalla dudağına yapışırmış sanki. Kaç kez dudağını yakmış okurken.

Ermenice okurmuş dedem, İngilizce okurmuş.

Babası da öyleymiş dedemin.

Ve derler ki benim dedelerim başlarının üstünde şark sinekleri uçuşup da duvar dibi gölgesinde hasır taburede yazı yalayıp yutarken tüm Anadolu'da dört binden fazla okulumuz varmış.

Geçen hafta Agos'taki Egin yazısı canlı örneğiydi yakın ve geçmiş Anadolu tarihinin. Anadolu'nun hemen her yerinde yaşayan Ermenilerin dört bir yanda bıraktığı kültürün izleri bugün bile hâlâ anlamsız bir şekilde sürdürülen onca çabaya rağmen silinemiyor, satır aralarında da olsa yansıyıp duruyor, pırıl pırıl. Yaşadığı topraklardan sürülen atalarımız neler bıraktılar, neler götürdüler? Bunun envanteri yapılamamış ve belki de hiç yapılamayacak.

Eskiler anlatırdı yine...

"Hadi artık buralardan gideceksiniz" dediklerinde, götürebilecekleri yükü bohçalarken, belki küp küp altınları gömmüşler toprağın altına ama sırtlamışlar kitaplarını Allah ne verdiyse.

Ve götürmüşler götürebildikleri yere kadar.

"Oğlum" derdi büyüklerimiz, "dedelerimiz altını bıraktılar ama kitabı alıp götürdüler."

Son birkaç yıldır tatlı bir gelenek yarattı Mıhitaryan'lı genç arkadaşlar. Kitap fuarı düzenliyorlar dernek çatısı altında. Kaç tane yazarımız var ki şunun şurasında. Bir elin parmaklarını geçmez belki. Ama işte o birkaç kişi dahi yaşlarına başlarına aldırmaksızın, sırtlıyorlar kitaplarını, koşuyorlar hemen oraya. Yayıyorlar masaların üzerine. Onların derdi ne o kitapların satışı ne de onlardan gelecek üç-beş kuruş. Sırtlamak o kitapları, yaymak masanın üzerine. Oturup izlemek gelen kitapseverleri. Arada bir onlara kitaplarını imzalamak.

Sonra tekrar bohçalamak, sonra tekrar sırtlamak...

Selam olsun... "Küp küp altını terk edip, kitabını sırtlayan dedelerime."

Selam olsun... Sırtından indirmeden bugüne getirenlere.

Ve selam olsun... Bundan sonrakilere.