Agos, 31 Mayıs 2005
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde en önemli engel olarak görülen tarih tartışmaları, bugünden yarına iki ülkenin üzerinde uzlaşı sağlayarak altından kalkabilecekleri bir sorun olmaktan şimdilik uzak gözüküyor. Bu da çok doğal çünkü karşılıklı algılamalar ve söylemler kilitlenmiş durumda. Üstelik tarihin asıl sahipleri devletler de değil... Halklar. O nedenle, Türkiye ile Ermenistan devletlerinin tarihi çözmesi, Türklerin ve Ermenilerin de çözdüğü anlamına gelmiyor.
Sonuçta, tarih konusunda devletler siyasal bir uzlaşıya varsalar da, halklar arasındaki uzlaşı öyle siyasal kararlarla kolay kolay gerçekleşmiyor, zaman içinde üretilecek moral ve etik ilişkilere ihtiyaç duyuluyor. Halklar arasında var olan buz dağları ancak kurulacak ilişkilerin sıcaklığıyla eriyebiliyor. Dolayısıyla 'tarihin çözülmesi' aslında gerçek bir kavram ve problem de değil. Tarihin çözülecek bir yanı zaten yok... Sadece anlaşılacak bir yanı var. Anlama ise, zamana yayılmış bir öğrenme, bilgilenme ve idrak süreci gerektiriyor. Günübirlik devlet kararlarıyla asla sağlanamıyor.
Şu gerçeği bir kez daha özetlemekte yarar var: Türkiye'nin bugün önündeki problem ne 'inkâr' ne de 'ikrar' sorunudur. Türkiye'nin temel sorunu 'idrak'tır. İdrak sürecinde ise Türkiye'nin ciddi bir şekilde alternatif tarih etüdüne ve bunun için de demokratik bir ortama ihtiyacı var. İdrak sürecini yaşamakta olan bir toplumun bireylerine içeriden inkârı, dışarıdan da ikrarı siyasal baskılarla ya da yasalarla dayatmak haksızlıktır. Böylesi bir yöntem idrak sürecine indirilecek en büyük darbedir. İdrak edilmemiş bir inkârın veya ikrarın hiç kimseye yararı da yoktur. Bu idrak sürecinin farkında olmayan veya görmezden gelenlerin iç ya da dış dayatmaları, süreci kısaltacağı yerde uzatmaktadır.
Şu yaşanılan süreçte Türkiye'den tarihsel gerçekliği kabul etmesini bekleyenlerin, ya da reddetmesini dayatanların, Türk toplumunun güncel gerçekliğini iyi okuyabildikleri söylenemez. Sonuçta, toplum gerçeği biliyor da inkâr ediyor değil, bildiği gerçeği savunuyor. Bu toplum daha dünkü 'Susurluk Vakası'nı, toprak altından çıkan 'Hizbullah cesetleri'ni hukuk dilinde tanımlamakta, adlandırmakta ve arkasını getirmekte zorlanırken, 90 yıl önceki bir tarihi nasıl sancı çekmeden algılayabilecek ve adlandırabilecek? Üstelik de yıllarca bu denli karşı bilgi bombardımanına tutulmuşken.
Evet, tarih ve güncel siyaset arasındaki karmaşık ilişki işte yine karşımızda. Cümlemiz bir kilitlenmenin varlığını kabul ediyoruz. Ancak şu var ki, bugün Türk-Ermeni ilişkilerine baktığımızda, neyin kilit neyin anahtar olduğunu da karıştırmış durumdayız. "Gel önce tarihi çözelim sonra ilişkiye geçelim" diyenlerle, "Gel ilişki kuralım tarihin çözümünü ilişkinin akışına bırakalım" diyenler karşılıklı olarak inatlaşmış durumda. Birine göre siyaset kilit, tarih anahtar... Diğerine göre tarih kilit, siyaset anahtar. Bendeniz siyasetin anahtar olduğuna inananlardanım. Tarihin kilidini açmak ve aşmak için siyaset üretmek ise hepimizin temel görevi.