Hafıza Mekânlarının Yeniden Kullanımı projesinin son saha çalışmasını Sivas’ta gerçekleştirdik. Proje kapsamında ilk defa Kasım 2016’da ziyaret ettiğimiz Sivas’ta bu kez 28 Eylül – 20 Ekim tarihleri arasında çalıştık.
Adana ve Develi’de yürüttüğümüz saha çalışmaları sırasında geliştirdiğimiz kent-kırsal ayrımına dair kendi yorumumuzu, Sivas’ta da gözlemledik. Sivas’ta Ermeni yaşamının peşinde yok olan derelerin, değirmenlerin, köprülerin, kiliselerin, okulların da izini sürdük. Bu mekânların şaşırtıcı oranda eski tariflere uyduğunu gördük. Ayakta kalan ve bugün farklı şekillerde yeniden kullanılan konaklar ve anıtsal yapılar geçmişteki Sivas’ın son tanıkları olarak kentsel dönüşüme direnmeye çalışıyorlar.
Çalışmamıza merkezi İstanbul’da bulunan Sivaslı Ermeniler ve Dostları Derneği ile Cumhuriyet Üniversitesi Mimarlık Bölümü de destek oldular. Kent turu, literatür taramaları, harita katmanlarının incelenmesi ve atölyelerle ilerleyen çalışmayla Sivas’ın dünü ve bugününü anlamak için gerekli olan bilgileri derlemiş olduk.
Saha çalışmasının diğer ayağında, 28 bin kilometrekare yüzölçümüyle Türkiye’nin ikinci en büyük ili olan Sivas’ın merkez dışında kalan 120’yi aşkın köyünü ziyaret ederek, bu köylerdeki kültür varlıklarını araştırdık. Bu çalışmanın önemli bir kısmında yine Sivaslı Ermeniler ve Dostları Derneği’nin paha biçilmez yoldaşlığına sahip olma şansı bulduk. Çalışma genelinde valilikten kaymakamlara, belediyelere ve muhtarlara tüm yerel yönetimlerin desteğini gördük ve hepsinden önemlisi her köy ya da mahallenin sakinleri çalışmamıza katkı sundu. Sivas’ta yürüttüğümüz saha çalışması, Kayseri ve Adana’dakilerden daha katılımcı biçimde ilerledi ve bunun faydaları bu aşamada bile görülebiliyor. Türkiye Kültür Varlıkları envanterini baz alarak yaklaşık 320 yapıyı bulmayı hedeflemiştik. Katılımcı modeli daha güçlü deneyimleyebilmenin sonucunda bu sayının üçte ikisine ulaşmamız mümkün oldu.
Sivas’ın geniş kültürel çeşitliliğini gözlemek için Suşehri’nden Şarkışla’ya, Hafik’ten Gürün’e, Yıldızeli’den Zara’ya gitmek gerekli. Selçuklu’nun Rum Eyaleti, Bizans’ın Küçük Armenya’sı, Osmanlı’nın Sivas Vilayeti’ni bir görmek, bu çeşitliliği bir merkezin etrafındaki alt kategoriler olarak algılamak hem haksızlık hem de hatalı olacaktır.
Kendi başına coğrafi-kültürel özellikleriyle özgün bir bölge olan Divriği, çalışmamızın son durağı oldu. Daha önce Adana-Aladağ’da beraber çalıştığımız Doğa Derneği’nden uzmanlarla birlikte Divriği’de kültürel miras-doğa ilişkisini araştırdık. Bir yandan Divriği’nin doğası, dağları, ırmakları ve ormanlarıyla büyülenirken, diğer yandan kadim üretim havzalarının, geleneksel tarım yöntemlerinin tamamen yok olduğunu öğrendik. Buna rağmen, bu yöntemlerin tekrar canlanmasının imkânsız olmadığını, çünkü hem yabani meyve toplama alışkanlığı hem de geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlere talebin az olmadığını anladık.
Hem Divriği Kalesini hem de UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası onarım sürecinde oldukları için çalışmamıza dâhil etmek zor oldu. Bununla birlikte, bu iki anıtsal yapının hemen yanı başında olmasına rağmen onarım çabalarının dışında kalmış Ermeni Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nin dört duvarı ve üç apsisi ile ayakta kalabilen hali ve yakınındaki Surp Kevork Kilisesi’nden kalmış tek bir duvar nasıl yeniden kullanılabilir konusunu tartışmanın yollarını aradık. Divriği Kültür ve Dayanışma Derneği, Divriği Kadınlar Derneği, Divriği Belediyesi ve Divriğili meraklılarla bir sohbet düzenleyerek bu konuyu farklı açılardan ele alma fırsatı bulduk. Bundan sonra atacağımız adımlar, bu tartışma ve sohbetlerde edindiğimiz izlenimlerle de şekillenecek.
Araştırmaların yanı sıra saha çalışması boyunca sözlü tarih mülakatları yapmaya gayret ettik. Derinlemesine mülakatların sağlayacağı bilgilerin çalışmamızın bütün aşamalarını zenginleştireceğini biliyorduk. Yaptığımız mülakatlar hem kültürel miras projesine ışık tutacak hem de vakfın Sözlü Tarih Arşivi’nde belirlenen koşullar doğrultusunda araştırmacılara açık olacak. Adana ve Kayseri’de de yaptığımız gibi hem Divriği hem de kent merkezinde üniversite öğrencilerine sözlü tarih yöntemlerini aktardığımız atölye çalışmaları da gerçekleştirdik.
Üç hafta geçirdiğimiz Sivas’ta çalışmalarımıza katılan öğrencilere ve hocalara, yol gösteren ve belleklerini paylaşan köylülere, yerel yönetimlerde yardımımıza koşan çalışanlara, bizimle Sivas’a gelen uzmanlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu çalışmaların ve değerli bilgilere ulaşmanın ancak böyle yardımlaşarak ve katılımcı bir biçimde elde edileceğine inancımız kuvvetlendi.