Agos, 4 Ağustos 2006

Hepinizin başına gelmiştir. Bazen tüm sıkıntılar üst üste gelir.

Kendinizi çapraz ateş altında hissedersiniz. Sağda bir dostunuz ölür, solda bir sevdiğiniz hastalanır, bu tarafta siyaseten devletten kalleş bir darbe yersiniz, diğer tarafta içinizden birinin, bir yakınınızın fiskesiyle parelenirsiniz.

Kendinizi bir köşeye sıkışmış hissedersiniz. "Yetti gayrı" diye haykırasınız gelir. Derken girdiğiniz o sıkıntı dehlizine bir el uzanır, alır sizi tekrar sabahın şafağına çıkarır ve kulağınıza şöyle fısıldar: Haydi, devam et, diren, dayan, pes etmek yok.

Son haftalar benim açımdan hep böyle geçiyor. Bir gün Reha Mağden ölüyor, diğer gün Duygu Asena. Bir gün Ali Bayramoğlu hastalanıyor diğer gün Mehmet Uzun. Bir gün devletin Yargıtay'ı işlemediğim bir suçla beni altı aya mahkûm ediyor, diğer gün kendi toplumum içinden sayısı az da olsa insanlar çıkabiliyor ve "Oh olsun, aldığın ceza az bile" diyebiliyor.

Bir dehlize sıkışmak işte tam da bu.

Derken eller uzanıyor size yakından ve uzaklardan.

Tanıdığınız ya da tanımadığınız.

Sağ olsunlar, imzalar topluyor, bildiriler yayınlıyorlar. Olmayan suçunuza iştirak ediyorlar ve alıp mücadelenin ortasına çıkarıyorlar aynı dirençle.

"Haydi devam et, diren, dayan, pes etmek yok."

Elini uzatanlardan biri de Avustralya'nın Melbourne'undan bizim Rafi. Dayanamamış Cumhurbaşkanı Sezer'e bir mektup yazmış. Bir örneğini bana da göndermiş. Tam metni şöyle:

Sayın Cumhurbaşkanım
Mektubuma başlarken sevgi ve saygılarımla ellerinizden öper sağlığınız ve başarılarınız için dua ederim.
Sayın Cumhurbaşkanım, ben kırk yaşına kadar Türkiye'de yaşamış, on sekiz senedir Avustralya'da yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti'nin Ermeni kökenli vatandaşıyım. Babam, rahmetli Celal Bayar, rahmetli Adnan Menderes, rahmetli Cemal Gürsel, rahmetli Cevdet Sunay gibi büyüklerimizin terziliğini yapmış, on üç sene evvel buraya gelmiş. Geldikten üç sene sonra Türkiye'yi sayıklayarak gözü arkada vefat etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanım, ben Türkçeden başka dil bilmem. Türkiye'den gelen gazeteleri okuyarak, haberleri dinleyerek, tek başına, Türkiye'yi sayıklayarak yaşayan bir insanım.
Bu arada Türk-Ermeni ilişkilerinde arada kalan, bu yüzden Hrant Dink ve Etyen Mahçupyan'ı buraya davet edenlerdenim. Hrant Dink'in 2003 ve 2005 yıllarında Sydney ve Melbourne'da yaptığı konuşmaları iyi dinleyen, iyi anlayan biriyim. Mahkûm olduğu zehirli kan lafını Türklere değil Ermenilere söylemiştir. Üstüne basa basa "Türkler'le uğraşmayı bırakın, enerjinizi Ermenistan'daki fakir insanlar için harcayın" demiştir. Bu yüzden birçok diaspora Ermeni'sinin tepkisini çekmiştir. Ama işin güzel tarafı burada yetişen yüzlerce Ermeni gencine, aklı başında insanlara fikrini kabul ettirmiştir.
Ve Sayın Cumhurbaşkanım, Hrant Dink Türkiye'nin, Ermenistan'ın insanların yan yana iyi yaşamasını isteyen, bu yolda çalışan, didinen bir aydındır. Hrant Dink'i düşman ilan edenler, Türkiye'nin düşmanlarıdır. Türkiye'ye asırlardır zarar verenlerdir.
Sayın Cumhurbaşkanım, sizin vakur, mütevazi, dürüst, örnek bir insan olduğunuzu bildiğim için affınıza sığınarak bu mektubu yazdım. Bütün dileğimiz, umudumuz, Hrant Dink'in sizin gönlünüzde, vicdanınızda beraat etmesidir.
Sayın Cumhurbaşkanım tekrar sevgi ve saygılarımla ellerinizden öper, sağlığınız, başarılarınız için dua ederim.
Rafael Demirci

Sağ olun dostlar. Sağ ol Rafi.

İyi ki varsınız.