Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Sosyoloji ve Tarih bölümlerinin ev sahipliğinde düzenlenen Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı'nın on dördüncü yılında mimar ve insan hakları aktivisti Eyal Weizman ‘Uzun Süren Bir Saniye’ başlıklı bir konuşma yaptı.
Weizman, 28 Ocak 2021 tarihinde çevrimiçi yaptığı konuşmada, hakikatin çarptırılması ve hakikate yapılan saldırıların her zaman insanlara veya başka şeylere yönlendirilmeye çalışıldığını ve kanıtların ortadan kaldırılmaya çalışılmasının da bir çeşit şiddet olduğuna dikkat çekti. Bununla mücadele etmek için, karşıt adli bilim kavramının bu noktada devreye girdiğini ve adli bilime bakışı tepetaklak ederek, bizi güvende tutmakla sorumlu kurumları sorguladıklarını anlattı. Aşağıdan yukarıya bilgi toplama yöntemleriyle, yaşanan olayların mikro ayrıntılarına bakarak, yasal ve kültürel alanlardan yaptıkları çıkarımlarla, kısa bir sürede, neredeyse bir saniyede yaşanan olayların uzun tarihini açığa çıkardıkları örneklerden bahsetti.
Eyal Weizman, University of London Goldsmiths’te Mekansal ve Görsel Kültürler Programı’nda profesör ve Centre for Research Architecture adlı araştırma merkezinin kurucusu ve yöneticisi. Weizman, 2010’da Forensic Architecture (Adlî Mimari) adlı araştırma ajansını kurdu. Farklı teknolojileri ve disiplinleri harmanlayarak, başta Filistin olmak üzere dünyanın çok farklı bölgelerindeki hak ihlallerinin ve adli vakaların mekansal ve medya analizini yaptı. Kuruluş, Türkiye’den Tahir Elçi cinayetini de inceliyor.
Weizman konuşmasında Hrant Dink’in kendi üzerinde bıraktığı etkilere de değindi.
Hrant Dink’in ölümünün ardından New York’ta yaşayan bir editör arkadaşım bana Hrant Dink’le yaptığı röportajı göndermişti. Orada ‘Bir takım şeyler değişecek, iyi mi kötü mü bilmiyorum. Nereden biliyorum çünkü değişimin kendisini yaşıyorum’ demişti. Maalesef bu sürecin neticesinde yaşamını kaybetti. Eğer bir şeyler değişecekse dünyanın birçok yerindeki başka insanların, insan hakları ve demokrasi alanında yaptığı çalışmaların sayesinde değişecek. Hrant Dink’in ölümü çok vahşiydi. Buradan çıkaracağımız birçok ders var. Türkiye toplumu için çok önemli dersler bunlar. Ama sadece Türkiye’de yaşayan insanları etkileyen konular değil.
Dink’i düşünürken Yahudi ve İsrail doğumlu bir akademisyen ve insan hakları aktivisti olarak ben de kendi tarihçemi biraz düşündüm. Hrant Dink gibi bir adamın cesareti ve haysiyetiyle ancak, Ermeni Soykırımı gibi bir vahşi olay konuşulabilir. Benim perspektifimden bakıldığında ben sadece Holokost’u düşünmüyorum, İsrail’in kuruluşunda yatan Filistin Felaketi ya da 1948 yılında yaşanan Nakba Günü’nü düşünüyorum. Birçok insan yerinden edilmişti, evleri ellerinden alınmıştı, katliamlara maruz kalmışlardı, Nakba bugüne kadar da devam ediyor. İsrail’de ‘Nakba’ kelimesini bile kullanamıyorsunuz. Bu yasalar tarafından yasaklanmış bir kelime. Bu kelimeyi kullanamıyorsunuz ama her Filistinlinin ölümü, her yeni bir ölüm ve Nakba’nın bu şekilde devam ettirilmesi adaletin tecelli etmemesi aslında bugüne kadar bu yıkımın devam ettiğini gösteriyor. Nakba korkunç bir olay, ama demokratikleşeceksek ve insanların yerlerine dönmesi bir gün söz konusu olacaksa, bundan bahsetmek durumundayız.
Hrant Dink’in hayatını okurken, hep bunları düşündüm. Bir tarafta hakikatin peşinden koşmuştu ve hakikati uygulamaya da dökmek için çok kendine has yöntemler kullanmıştı.
Mesela yasalar kanunlar konusu. Ki bu İsrail’de de var. Devletin şerefini ve haysiyetini koruyan birtakım yasalar var. Bir devlet eğer kendi haysiyetini korumak için yasaya ihtiyaç duyuyorsa belki haysiyeti yok demektir diye düşünmeden edemiyor insan.
Hrant Dink’i düşünürken, siyasi cinayetleri işeleyenlere ‘çürük birkaç elma’ ya da ‘ayrıksı otlar’ olarak yaklaşan devletleri de düşünüyorum. İsrail ve başka bazı devletler birçok siyasi suikaste bu şekilde yaklaştı. Sonuçta bu söylemi kullanarak devlet kendini sorumlu tutmaktan kaçınıyor ve kültürel şiddeti ve yapısal ırkçılığı desteklemeye devam ediyor. Buna mukabil daha fazla terör, hayatın her yerine sirayet ediyor.
Hrant Dink’le ilgili bir şeyler okuduğumda şunu da gördüm. Çok dikkatli olmalıyız. Otoriter devletlerin marjinalize edilmiş gruplar arasındaki gerilimi daha da kaşımasına çok dikkat etmeliyiz. Filistinliler ve Mizrahi Yahudileri aynı dili konuşuyor, bu aslında ortak bir var oluşun, demokratik bir devlette var oluşun temelleri olabilir. Aynı şekilde yine temkinli olmalıyız. Ermeniler, Kürtler ve Yahudilerin arasında bir takım gerginlik çıkmasına karşı çıkmalıyız.
Hrant Dink’in hayatını okurken kendisiyle ilgili şunu gördüm. Adaletin yeniden tecelli etmesi için adece yasalara bel bağlayamayız. Çünkü yasal süreçler de bir siyasi baskı mekanizması haline gelebiliyor. Yasal konularda uzman arkadaşım Başak Ertür, Dink’in suikastiyle ilgili şöyle yazmıştı; ‘Yasalar unutur, daha sonra tekrar unuttuğunu unutur, daha sonra hatırlar, hatırlamayı geciktirir, bu sayede unutuş daha derin ve mahiyete bürünmüş olur’.
Hakikatin dile getirilmesinin ne kadar ağır bir bedeli beraberinde getireceğini gördüm. Tahir Elçi’yi düşündüm. Biz şu anda bir ekip olarak suikastını araştırıyoruz ama yasal süreç devam ettiği için açıklayamıyoruz.
Rakel Dink, etkinliğin sonunda Boğaziçi Üniversitesi'ndeki akademisyen ve öğrencilere üniversitede demokrasi ve özerklik mücadelesi verdikleri bu olağanüstü dönemde 14. anma konferansını düzenledikleri için teşekkür etti.