Fotoğraflar: Berge Arabian

3 yıl önce, Agos Gazetesi’nin eski çalışma ofisinin bulunduğu Sebat Apartmanı’nın önünde öldürülen Hrant Dink, 19 Ocak Çarşamba günü saat 15.00’te, binlerce kişi tarafından anıldı. Anmaya katılanlar devam eden cinayet davasıyla ilgili adalet taleplerini dile getirdiler. Anmada bu yılki konuşmayı sinemacı, yazar ve siyasetçi Sırrı Süreyya Önder ve Hrant Dink'in oğlu Arat Dink yaptı.

Sırrı Süreyya Önder'in anmada yaptığı konuşma şöyle: 

 

19 Ocak 2010– Sırrı Süreyya Önder

Sevgili Kardeşim Hrant!

Altına girmek için cevahir ömrünü feda ettiğin Anadolu topraklarının çocuklarına, henüz küçücük bebeklerken anlatılan bir masal vardır. Çocuğun minicik avcunun tam ortasına yetişkin bir parmakla basılır ve “Buraya bir kuş konmuş...” diye başlar... Sonra devam edilir.  O minicik parmaklar tek tek, bir güvercinin nasıl katledildiğine dair ayrıntılı bir “OPERASYON”a suç ortağı yapılarak anlatılır.

“Bu tutmuş...”  denilir önce.

 “Bu tüylerini yolmuş...”  denir ardından...

 “Bu pişirmiş...”  dedikten sonra,

 “Bu yemiş...”  diyerek masalın vahşet boyutu iyice ballandırılır.

Adını serçeden alan en küçük parmak “hani bana – hani bana” diyerek ağlamaktadır masalın sonunda.

Bu ülkeyi kocaman bir avuç olarak düşün sevgili kardeşim.

Masalları bile vahşetin suç ortaklığıyla bezeli bir iklimin tam da avucunun ortasına konmuştun, bütün tedirginliğinle.

 

Bir hoyrat parmak tam da üzerine basarak, bu “OPERASYON”u, bu ülkenin bir serçe kadar ufalmış, küçücük zihinlerine göstere göstere ve arsızca anlatmaya devam ediyor.

 

“Bu tutmuş..” denilenler var ya... İşte senin ilk katillerin onlardır, biliyoruz!

Serçe kadar aklı olmayanlar, bir alıcı kuş gibi çöktüler üzerine.

Mahkeme kapılarına darağaçları kurdular.

Tescilli çakalları oraya üşüştürdüler.

Güvercin kasapları da diyebiliriz onlara.

Katillerini tanıyoruz; mermiyi şarjöre ilk onlar yerleştirdi...

 

“Tüylerini yolma” işini büyük bir kanperestlikle üstlenenleri sen de biliyorsun.

O yiğit bedenin, şu köhne kaldırıma serildiğinde üzerini onların paçavralarıyla örtmüşlerdi. “ders gibi gerekçe” diyenler de vardı. “Yargıtayı böldüğünü” haykıranlar da.

“Kanadı kırık kuş merhamet ister” diyemediler.

Katillerini tanıyoruz; mermiyi namluya sürenler onlardır.

 

“Pişirmek”, iyice aç, çıplak ve savunmasız bırakmak bu ülkenin KOZMİK geleneğinin en iyi bildiği işti. Onu kimselere bırakmadılar. Esen yelden hile sezen asırlık gelenekleri ve nobranlıklarıyla gözlerini kör, kulaklarını sağır, dillerini lal ettiler.

Bir düğün sağdıcı gibi kanlı günün hazırlıklarını yapıp, önündeki engelleri temizlediler.

İşlerini layıkıyla yaptılar. Yapamadıklarını da katlinden sonraya bıraktılar. O kadar pervasız, o kadar küstahtılar.

Katillerini tanıyoruz; seni nişangah aynasına koyup, kahpe pusuya düşürenler onlardır.

 

Bu kanlı ziyafeti yiyenler için konuşmaya bile değmez. Onlar cezaevinde fiziksel olarak, mahkemede zihinsel olarak semirtilip duruyorlar.

“Kurban” olduklarını bilmedikleri için küspeyle beslenmelerini ikram zannediyorlar.

Dünyanın bütün dinlerinde ve dillerinde arkadan vuran “KALLEŞTİR”

Katillerini tanıyoruz: tetiği çeken onlardır.

 

Bizler, hani bana demeyenler, bu zalimler sofrasına haykırıyoruz.

Hepiniz asli failsiniz! Hepinizi tanıyoruz!

Kardeşler!

3 yıl önce tam da burada yere düşen, sadece kardeşimiz Hrant değildir.

Yere düşen namusumuz, izzetimiz ve haysiyetimizdir.

Bunu namusu saymamak namustan habersiz olmak demektir.

Bunu haysiyet saymamak, haysiyetten nasipsiz olmak demektir.

Madem katilleri tanıyoruz.

Gün katilleri ve çanak tutanları teşhir etmek günüdür.

Yaşasın insanlık onuru.

Yaşasın tüm dünya halklarının onurlu kardeşliği.

Sırrı Süreyya Önder, 1962’de Adıyaman'da doğdu. Maraş Katliamı’nı protesto ettiği için tutuklanarak cezaevine girdiğinde henüz lise öğrencisiydi. Tahliyesinin ardından Ankara’ya gelerek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden lisans derecesini aldı.   1980 askeri darbesi döneminde 12 yıl hapse mahkûm edildi, 105 günlük tutukluluk süresinin ardından serbest bırakıldı. Senaristlik, yönetmenlik, sinema oyunculuğu, müzik yapımcılığı, köşe yazarlığının yanı sıra 2011 yılının ardından siyasette aktif olarak yer aldı. 2013 yılının Newroz'unda yaptığı konuşma gerekçe gösterilerek 2018 yılının Aralık ayında, 43 ay hapse mahkûm edildi.

 

Arat Dink'in konuşması:

 

 

19 Ocak  2010 – Arat Dink

“Burası tuhaf bir ülke. Bu tuhaf ülkede insan, babası öldürüldükten üç yıl sonra çıkıp babasına ağlamaya utanıyor. Bu ülkede daha yeni 12 yaşında bir çocuğun bedeninden 13 tane devlet kurşunu çıktı. Bu ülkede insan babasına ağlayamıyor. Bu ülkede acı çok. Üç yıl oldu ama konuşmamız lazım. Çok da konuşmak istemiyorum. Şimdi, bu üç yılın sonunda neredeyiz? Bu ülke tuhaf bir ülke. Ben üç yıl önce burada babama ağlarken, hayatımın en kötü gününde üzüntü ve öfke içindeyken, siz şaşkınlığı eklediniz ona. Nasıl bir ülke burası? O üzüntümün içinde bana şaşkınlığı nasıl hissettirebildiniz? Tuhaf bir ülke…Üç yıl önce sizin sayenizde, ben çünkü bu ülkenin adaletine doğru söylüyorum, güvenmiyordum. Ama sizin sayenizde içimde umut doğdu. Şimdi, üç yıl önce sizinle birlikte babamın son üç yılının hesabını soracağımı umut ediyordum. Üç yıl sonra hesabı sorulacak üç yıl daha eklenmiştir. Ne olmuştur üç yılda? Adalet adına ne olmuştur?

Baktım, geçen yıl en fazla basında yer alan şey, mahkemede bu üç çocuğun bizim ailemizle, mahkemeyle alay edişi olmuş. Olay olmuş. Ben buralarda yoktum. Şimdi soruyoruz, üç yıl önce onlar yalnız mıydı, babam öldürülürken? Son üç yıldır bizimle dalga geçerken yalnızlar mıydı onlar?

Babam öldürülmeden üç gün önce bir yazı yazdı. Dedi ki, ‘Bu ülkenin valiliğine çağrıldım. Bana haddim bildirilmeye çalışıldı, yanımda iki istihbaratçıyla’. Biz mahkemeye dedik ki, ‘Bu iki kişi kim, sordur valiliğe’. Mahkeme, ‘Valiliğe sorulmasına’ dedi. Sordu. Valilik ne dedi? Bir buçuk sayfa masal anlattı. Mahkeme şunu sordu: ‘O iki kişi kim?’ Bu kadar basit. Valilik ne dedi? Bir buçuk sayfa masal anlattı. Mahkemeyle dalga geçmedi mi? Yalnızca o üç tane çocuk mu dalga geçti? Avukatlarımız mahkemeye dediler ki, ‘Senin sorunun cevabını göndermedi bunlar. Yeniden yaz’. Mahkeme, ‘Yok, cevap karşılanmıştır’ dedi; ‘Gerek yok tekrar yazmaya’. Mahkeme bizimle dalga geçmedi mi? Neden bahsediyoruz? Bakın, biz şahitlik ettik. Ailesi şahitlik ediyor. Kendisi yazıyor, ‘Beni tehdit ettiler’. Valilik nedir? Bu devletin İstanbul’daki adamı değil midir valilik?

Ben burada biraz yanlış bir şey yaptığımın farkındayım. Benim bu hiddetimden, öfkemden, acımdan bazıları, bazı arkadaşlarım sonuç çıkarıp da cam çerçeve indirmeye falan kalkmasınlar. Yuh olsun onlara. Çünkü ben onları da anlıyorum. Ben bu dünyanın camını, çerçevesini indirmek istiyorum. Başta bu Agos’un güvenlik camları var, onları indireceğim. Babamın büstü var bir tane. Onu kırmak, parçalamak istiyorum. Ben büstleri sevmiyorum, ben insanları seviyorum.

Ama değil… Cam çerçeve mi indireceğiz? Siz üç yıl önce nasıl yapıldığını gösterdiniz bu işin. Ve üç yıldır gösteriyorsunuz. Asıl öyle kalabalık olup o vakarı koruyabilmek lazım. Çünkü onu yönetebiliyor devlet, o kırmayı, dökmeyi ama sizi yönetemiyor. Üç yıl önce yönetemedi, korktu.

Bir şey daha söylemeden bırakmak istemiyorum. Bir çoğunuz biliyorsunuz, biliyorsunuz da… Bilmiyorum kim biliyor? Bu ülkede ‘Kafes Planı’ diye bir plan çıktı ortaya. Orada ‘Hrant Dink Operasyonu’ deniliyor. Bütün ülke biliyor mu bunu? Bütün medya yazdı mı bunu? Orada sadece Hrant Dink Operasyonu mu diyor? Gayrimüslimlerin üzerine korku salmaktan bahsediyor. Bakın, babamın dilinde tüy bitti bir Yargıtay kararını anlatmaktan. 1915 ve Soykırımla ilgili bir kitap mahkemeye götürüldü. Mahkeme, ‘sakıncalıdır’ diye karar verdi. Yargıtay’a gidildi. Yargıtay karar aldı, ‘Kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır’ diye. Bunu anlattı durdu babam. Nasıl ağır bir şey! Biz bu ülkede yüz yıl önce yüzde 20’ydik belki, bugün binde 1 bile değiliz. Bakın, yüz yıl önce avdık, şimdi yem olmuşuz yem.