Fotoğraflar: Berge Arabian

9 yıl önce, Agos Gazetesi’nin eski çalışma ofisinin bulunduğu Sebat Apartmanı’nın önünde öldürülen Hrant Dink, 19 Ocak Salı günü saat 15.00’te, binlerce kişi tarafından anıldı. Anmaya katılanlar devam eden cinayet davasıyla ilgili adalet taleplerini dile getirdiler. Anmada bu yılki konuşmayı Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı’nın kurucusu ve Tahir Elçi'nin eşi olan Türkan Elçi ile Cumartesi Anneleri/İnsanları adına Mesude Ocak yaptı. 

Türkan Elçi'nin yaptığı konuşma:


 

“Kuşlar uçarken arkalarında hüzünler bırakır. 19 Ocak ve 28 Kasım biri kış, biri kışa üç ay kala kalpten imanla dolulara hüzünler bıraktı. Yitişimiz kuş hüznüydü.

Gidişimle sımsıcak telaşlarımı, bitmeyecek zannettiğim hayat gailelerini yerdeki bazalt taşlara fısıldadım. Taş beni duydu, tetik duymadı. Barışın izzetini bıraktım minarenin ayaklarının altına masum çocuklar toplasın dedim. Tek derdim, masum çocuklar ve kimsesizlikti. Bizim bizden başka kimsemiz yoktu. Yok edilişimiz mazlumları yalnızlaştırmaya mahkum etmekten başka bir şey değildi. Biz yok edildikçe mazlum zalimin zulmüyle baş başa kaldı.

Mazlumun acısını anlayabilmek için her şeyden evvel insan olmalı. Vicdan girdaplarında debelenmek için insanın vicdanı olmalı. Parmağı tetikte olan, vicdandan nasip almaz. Tetikçinin günahı, yaşamından ağırlaştıkça kalmaz yerde ahımız, gün yüzüne çıkar hüsranımız.

Sizler beni Diyarbakır’da sonsuzluğa uğurladıktan sora benim dostum Hrant Dink beni karşıladı. Erken geldin kardeşim, her zamanki gibi acele ettin diye sitem etti. Dostun yüreği acıyınca sitem edermiş dedim.

Ben biraz daha kalıp Cudi’de nar ağaçlarına savaşın sinmiş isini alıp temizledikçe hayatın gerçek kokusunu alacak, yaprağın damarlarında gülümseyen suretimizi görecektik. Nar yaprakları bizimle barışacak, gözyaşlarımızı durulacaktı. Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, Sur’da yürekleri hüzünle yüklü, ayakları çıplak çocuklar bir yataktan, bir yorgandan ibaret bir hayatı el arabalarıyla taşımayacaktı. Oysa hayatın henüz baharındaki çocuklar kimsesizliğe terk edildi, olur savaştır denilerek, tutulmuş akıllarca fetvalar yazıldı. Yazılan fetvaların kandırmacalığından uçurtmalar yapıp çocukların minicik avuçlarına tutuşturarak uçurtmalar yapacaktık. Yetimliğin, öksüzlüğün tadına bakmalarına mâni olacaktık. Bundan ibaretti meramımız.

Hrant, kardeşim, geride bıraktıkların, yaşayanlar, yaşamayanlar, yeni doğanlar, torunların dedim. Çocuklarından selam var dedim. Seni sürekli yad eden arkadaşların dedim. Biliyorum dedi, her gün onları izliyorum.

Bak bundan sonra sen de göreceksin geride kalanları. O an beni görmenin sevinci silindi. Yıllar öncenin, ebedi olmayan hayatına ait karanlık bir perde çöktü yüzünün çizgilerine. Mesela tetiği ben gördüm. Benim tetiğin ikiz kardeşiydi. Tetikçiler birbirlerine benzerler. Katledilenlerin birbirine benzedikleri gibi.

İkimizin de yüreği sızladı. Ölülerin yüreği kurur sanmayın. Yürek çürümez, bir tek yüreksizler toprak olup giderler.

Biz, bulanık gölleri olan bir ülkenin sürekli temiz kalmayı inançla isteyen nilüferleriydik. Nilüferler ki, merhameti simgelerler. Bu merhamet ve temizlik göldeki ruhu kirlenmişleri hep rahatsız etti. Karanlık ellerin, karanlık yüzlerin dönüp durduğu kirli göller. Gözlerdeki yaşı, çiğ tanesi zannedenler, gökyüzüne kucak açmış oyunbozan nilüferleri bir bir koparıp attılar. Savaş, yüzyılların tekerrür eden oyunuyken bizler birer oyunbozandık. Ayaklar altında ezilen garibanların yüzü suyu hürmetine, hayatı barışla kafiyelendirmeye çalıştık.

Kuşlar uçarken arkalarında sadece hüzün bırakmaz. Yüreği ince sızıyla kanayan kadınlar, çocuklar da kalır geridelerde. İşte o zaman kıyametler kopar, gözyaşları acıları tarifte acze düşer.

Unutmadan Hrant’ın semalarını ileteyim sizlere. Şu an beni dinleyen herkese, bulunduğumuz yer kadar sonsuz selam var. Barış adına, umut adına, kardeşlik duygusunun gerekliliği ve yüceliği adına bütün ruhu şadların selamı var. Bizi unutmayacağınızı biliyoruz, gözümüz arkada kalmayacak.”

Türkan Elçi, 28 Kasım 2015’te, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki tarihî Dört Ayaklı Minare’nin önünde, kültürel varlıkların korunması talebiyle yaptığı basın açıklamasının ardından çıkan çatışma sırasında başından vurularak öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin eşidir. Tahir Elçi’nin öldürülmesinin ardından öğretmenliği bıraktı, İstanbul’a taşındı ve hukuk eğitimine başladı. Avukat Anthony Gwilym Fisher,  gazeteci Orhan Kemal Cengiz, kızları Nazenin Elçi ile birlikte evrensel insan haklarını savunmak ve geliştirmek, insan hakları hukuku merkezli hak ve özgürlük çalışmaları yürütmek amacıyla öncelikle Londra'da daha sonra da Diyarbakır’da Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı’nı kurdu. Vakıf faaliyetleriyle hak ihlaline uğrayan insanların mücadelesini sürdürmeye devam edecek.

 

Mesude Ocak'ın yaptığı konuşma:

 

 

Parev Sevgili Hrant,

Parev acılarda kardeş olduğumuz sevgili Dink Ailesi,

Merhaba Hrant Dink’i “unutturmamak” için katledildiği yerde birleşen tüm yürekler.

Merhaba, bu toprakların  aydınlık insanlar?.

Bugün Hrant Dink’in katledilişinin 9. yılı.

Bu 19 Ocak’ta da yine “Hrant için, adalet için!” diyerek bir aradayız.

Çünkü; faili devlet olan bu cinayetin tüm boyutlarıyla aydınlatılarak adaletin sağlanması 9 yıldır engellenmeye devam ediyor.

Çünkü; Türkiye’de demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü esas  alan bir siyasi irade yok. Güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği ya da yönlendirdiği suçlarda sanıklar korunurken, mağdurların iddialarının çürütülmesi yönündeki adli ve idari uygulamalar kesintisiz devam ediyor.

Çünkü Hrant Dink, Ermeni kimliğini savunduğu için, barışın ve kardeşliğin sağaltıcı dilini kullandığı için, özgür, eşit ve adil bir ülke istediği için devlet nezdinde hala tehlikeli bir düşman.

Hrant Dink’in katledilmesinden önce devlet, hükümet, yargı, ana akım medya işbirliğinde yaratılan zehirli atmosfer bugün de toplumsal sorunların demokratik ve barışçıl çözümü yönünde çaba gösteren herkesi hedef almayı sürdürüyor. Bugün de, tek kimlik dayatmasıyla insanları aynılaştırmak isteyen devlet politikalarına biat etmeyenler, kan mevsiminde yaşatılıyor.

Öyle bir kan mevsimindeyiz ki, artık ölülerimizi sayamaz olduk. Bebekler gözlerinden, minik çocuklar enselerinden devlet kurşunuyla öldürülüyor. Ölü bedenlerin toprağa verilmesi engelleniyor. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan sokağa çıkma yasaklarında Kürtlerin ölülerinin sokakta çürümesi hepimize izlettiriliyor. Yalanlarla zehirledikleri toplumun bu hukuk dışı, vicdan dışı, insanlık dışı uygulamalara rıza göstermesi isteniyor.

Selam olsun muktedirin yalanları karşısında hakikati söyleyenlere!
Selam olsun hak, hakikat ve adalet için, iktidara “Bu suça ortak olmayacağız” diyenlere!

Yalnız dirilerimizden değil, ölülerimizden de korkuyorlar. Bu yüzden Hrant’ı ve katledilen diğer evlatlarımızı unutmamızı istiyorlar. Bu yüzden Cumartesi Anneleri’ni mezarsızlığa mahkum ediyorlar. Bu yüzden 1915’ten günümüze insanlığa karşı işledikleri tüm suçları inkar ediyorlar. Ölülerimizin hakikatinden korktukları için toplumu, “kurgulanmış resmi hafızanın esiri  yapmak istiyorlar.

Türkiye’yi birbirinin acısına, hakkına, hukukuna yabancılaşmış, toplum olma vasfını kaybetmiş topluluklar ülkesi haline getirmek istiyorlar. Bunun için hak aramamızın kanallarını kapatıyor, barışın toplumsallaşmasını engelliyorlar.

Hrant’ımızı sırtından vurarak Halaskargazi Caddesi üzerinde, Tahir’imizi ensesinden vurarak Dört Ayaklı Minare’nin dibinde yüzükoyun düşürenler, onlarla birlikte, hak mücadelemizi de vurmak istediler. Ama onlara sözümüzdür; hakikatin, adaletin ve barışın egemen olması için yürüttükleri mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.

“Ama”sız, “fakat”sız hiçbir ölümü kabullenmeyeceğiz. Israrla silahların susmasını, tüm sorunlarımızın konuşarak çözülmesini isteyeceğiz. İnsan hak ve özgürlüklerinin tanındığı, korunduğu ve geliştirildiği bir durum olarak gördüğümüz barışta ısrar edeceğiz.

Yok sayılan, inkâr edilen, yüzleşilmeyen her suçun bir sonrakini hazırladığının bilinciyle hakikati yaşatacağız.

Halkların onurunu hedefleyen zulüm mekanizmaları karşısında  susmanın, toplumsal bir suç ortaklığı olduğunun bilinciyle  susmayacağız.

Baskı rejimlerinin tüm gücünü saldıkları korku üzerinden var ettiklerinin bilinciyle korkmayacağız!

Bu toprakları insanlık suçluları için korunaklı bir cennet, hak ve özgürlük talep edenler için güvencesiz bir cehenneme dönüştürenlerden hesap sormaktan vazgeçmeyeceğiz.

Hiç şüphe yok ki bu toprakların kardeşlik ve özgürlük ülkesi olmasını engellemeye çalışanlar kaybedecek, acılarla sınanmış insanlarımız kazanacak; herkes için eşitlik, özgürlük ve barış düşümüz gerçekleşecek.

Gözaltında kaybedilen evlatlarımız için,

Avukatımız Tahir Elçi için,

Roboski için,

Gezi için,

Suruç için,

Ankara için,

Sur için,

Hrant için,

Hakikat için, adalet için, barış için!

Maside Ocak, 20 Mart 1995’ten itibaren 55 gün boyunca haber alınamayan, işkence edilmiş bedeni İstanbul’da bir ormanda bulunan ve bedeninin kimsesizler mezarlığına gömüldüğü ortaya çıkan Hasan Ocak’ın kardeşidir. Her birinin bir yakını gözaltında kaybedilmiş yaklaşık 30 kişiden oluşan, 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü, saat 12.00’de İstanbul’da, Galatasaray Lisesi’nin önünde başladığı oturma eylemiyle doğan Cumartesi Anneleri/İnsanları’ndandır. Her cumartesi günü, ellerinde kartona yapıştırılmış ‘kayıp’ resimleriyle yarım saat oturarak ve basın açıklamaları yaparak devam ettirdikleri bu eyleme katılıyor. Farklı dönemlerde ağır devlet baskısı ve polis saldırıları nedeniyle kimi zaman sona erdirdikleri kimi zaman da engellenen eylemlerini ve sessiz mücadelelerini sürdürüyor, sadece yakınlarının kemiklerini değil, aynı zamanda sorumluların hesap vermesini ve yargı önüne çıkarılmasını talep ediyor.