Fotoğraf: Berge Arabian

13 yıl önce, Agos Gazetesi’nin eski çalışma ofisinin bulunduğu Sebat Apartmanı’nın önünde öldürülen Hrant Dink, 19 Ocak Pazar günü saat 15.00’te, binlerce kişi tarafından anıldı. Anmaya katılanlar devam eden cinayet davasıyla ilgili adalet taleplerini dile getirdiler. Anmada bu yılki konuşmaları Hrant'ın Arkadaşları adına insan hakları savunucusu Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve 1994 yılında öldürülen Yusuf Ekinci'nin oğlu ve Toplumsal Bellek Platformu üyesi Sertaç Ekinci yaptı.

Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın yaptığı konuşma:

Sevgili dostlar, canım ahparig Hrant’ın o kocaman güzelim ailesi. Bir çocuktan katil yaratan karanlık diyebilen sıcacık yüreği ile sevgili Rakel Dink. Sevgili Hrant’ın hak mücadelesini geleceğe taşıyan güzelim çocukları, arkadaşları, arkadaşlarımız.

“Kötülüğe karşı duyulan nefret yüzünü çirkinleştirir insanın, haksızlığa karşı bağırmak sesini kabalaştırır” demiş ya Brecht… Bu geçen 13 koca yılda faili meşhurlarını bizlerden köşe bucak kaçıran o devlet erkine karşı bağırmak, haksızlıklara karşı bağırmak kabalaşmadan sayılır mı? Hak mücadelesinin kendisi dayanışmasıyla ezilenlerin inceliği değildir de nedir? Yüzbinlerin İstanbul’dan sel gibi akıp hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz diye yükselen sesinde kabalık olabilir mi?

Hrant için, adalet için 13 yıldır mücadele eden arkadaşları nicedir hakikati bu topraklardan sürgün etmiş erke rağmen hakikatin değerini hatırlatıyor hepimize. Hakikat arayışı bitmiyor, bitmedi hiç. Cumartesi Anneleri’ni meydanlardan sürseler de, hakikati haykıranları hapsetseler de, insanlığa karşı suçlarla sindirmek için üzerimize gelseler de, hakikati haykırmaktan vazgeçmemişti ya Hrant, vazgeçmeyeceğiz öyleyse hiçbirimiz. Kötülüğe karşı nefret değil bizimki; bitimsiz bir mücadele, kötülüğün sıradanlığına kapılmasın insan, hakları için mücadele etsin, boyun eğmesin erke diye.

Bundan tam 13 yıl önce 18 Ocak gecesi, o dönem Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı olan canım abim Yavuz Önen ile akşam yemeğinde buluşmuşlardı. Hayallerimiz vardı. Bizler bir yandan o hayalin ucundan hak ihlallerinin etkin soruşturması belgelenmesi için eğitim yaparken, onlar da travma ve insan hakları enstitüsü hayallerimizi paylaşmışlardı yemekte heyecanla. Sonra 19 Ocak 2007. Saat 3’ü 5 geçe zaman durdu. Şaşkındık. Birlikte kurulan hayallerin sıcaklığı hala yüreğimizde.

O hayallerden hiç vazgeçmedik. Adım adım ilerledik o günden bugüne. Çünkü bu toprakların yarası hiç kapanmadı. Kapanması bir yana, her gün yeniden kanırtan bir devlet erkiyle yaşamak zorunda kalıyoruz. Daha birkaç gün önce kayıplara karıştı Keldani bir çift. Süryani Mor Yakup Manastırı rahibi Aho’yu gözaltına aldılar. Kılıçtan geçirmek, çöllere sürmek yetmedi. Her gün yeniden yaşasın o güvercin tedirginliğini Türkiyeli Ermeniler diye, elinden geleni ardına koymadı devlet erki. Yaşadıkları mahallelerin adı Bozkurt, caddesi Ergenekon, okulları Talat Paşa. Soykırım Osmanlı’nın ama iade-i İtibar Türkiye Cumhuriyeti’nin oldu. Birlikte yaşamayı, çok dilli, çok kültürlü olmayı başaramadığımız gibi yarattığımız kuraklıktan da utanmaz olduk. Sıra Kürtlere geldiğinde havan mermileri ile delik deşik ettikleri evlerin duvarlarına yazılama yaptı devletin memuru. Biz yüzleşmedikçe, onarmadıkça yaralarımızı, her yeni güne yeni ötekilerle yaralarımız büyür, yenileri açılır oldu.

Sözümüz var Hrant’a; yaralarımızı bilip de onarmak boynumuzun borcu. Yarın yüzleştiğimizde küçük Eichmann’lar yalnızca emre itaat ettiklerinden dem vurup sıradanlaştırmaya çalıştığında kötülüğü; utanmak için geç değil evet ama kötülüğü tanımalı ve sahiplerini bir bir ortaya koymalıyız.

Hrant için, adalet için. Sevgili Yıldırım Türker bahçesinin köşesinden derlediği yazılardan ilkinde “hayatı savunmak adına durmadan kötülüğü tartmak zamanla insanın ruhunu köreltebilir uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra gözleri kamaşan adamın körleşmesi gibi” diyor ama o karanlıkta kötülüğü seçebilmek Saramago’nun körler ülkesinde gören göz olmayı gerektiriyor.

Görmek, göstermek hakikati… Buradayız, vazgeçmiyoruz ahparig. Faşizme inat yaşasın Hrant!

Sertaç Ekinci'nin yaptığı konuşma:

Saygıdeğer dostlar,

Hrant’ın alçakça aramızdan alındığı o lanetli günün 13. yılında yine aynı yerde, her gördüğümüzde boğazımızın düğümlendiği kaldırımda bir aradayız.

Hrant Dink bu ülkenin en çok ihtiyacı olan kardeşliğin sembolüydü. Sanırım bizden alınışının en büyük nedeni de buydu. Çünkü bu ülkenin karanlık kalplilerinin ağızlarından düşürmedikleri birlikten çok bölünmüşlüğe ihtiyaçları var. Biliyorlar ki ancak bu şekilde kendi atlarını oynatabilirler rahatça. Türkiye halklarının, ezilenlerinin bir araya gelmesi en büyük korkularıdır.

Oysa Hrant bize birbirimizi tekrar sevmeyi ve Anadolu’yu baştan öğretiyordu. Sivas’ın ücra köyünde oturan Türk köylüsünün, yıllar sonra oraya geri giden ve orada ölerek gömülen Ermeni kadının cenazesine sahip çıkmasını anlatarak. Ermeni sorununun başkalarının değil, bu ülkenin sorunu olduğunu ve kendi doktorumuzun sadece kendimiz olduğunu anlatarak…

İşte bu yüzden tehlikeliydi ve ortadan kaldırılmalıydı. Tıpkı ondan önce gelen yüzlerce aydının öldürülmesi gibi. Musa Anter, Uğur Mumcu, İlhan Erdost ve Tarih Elçi ve niceleri böldükleri için değil tam tersine bu ülkenin ezilenlerini bir araya getirdikleri için öldürüldüler. Affedilmez suçları buradadır ve tam da bu nedenle hiçbirisinin katilleri ve onları azmettirenler gerçek bir yargılamaya tabii olmadılar. Ülkenin yüz akı aydınlarını jet yargılamalarla ve fabrike edilmiş delillerle mahkûm edenler, öldürülen aydınların katillerin de yargılandığı dosyaları yıllarca uzattılar, delilleri kararttılar ve her türlü hukuki kuralı çiğnediler.

Bu yargılamaların son halkası olan, babam avukat Yusuf Ekinci’nin de aralarında bulunduğu bir dizi Kürt aydının 90’lı yıllarda öldürülmesine ilişkin dava geçtiğimiz ay sonuçlandı. Cinayetlerin yalnızca devletin elinde bulunan silahlarla işlendiği ispat edilmişken ve bu cinayetleri işleyen şahıslardan birinin açık itirafları ortadayken davada yargılanan tüm sanıklar beraat etti. Bu bizim için şaşırtıcı olmamalıdır. Yıllarca bu ve bunun gibi cinayetlerin mağdurları adalet arayışlarını sonuçsuzca devam ettirdiler. Eğer gerçekten demokratik, hukukun egemen olduğu bir ülkede yaşıyor olsalardı belki çağrıları cevap bulurdu. Oysa artık bilmeliler; aradıkları adaleti hiçbir şekilde bulamayacaklar. Aradıkları sürece de bulamayacaklar.

Saygıdeğer dostlar biz de bilmeyiz, eğer adalet arıyorsak bulamayacağız. Çünkü vermeyecekler. Adalet, Türkiye’nin tüm ezilenlerinin bir araya gelip, hukukun üstün olduğu bir ülke yaratmadıkları sürece de tesis edilmeyecek. Öyle sanıyorum Hrant ve onun gibi yüzlercesinin bize bıraktığı son vasiyet budur.

Kendisinin aziz hatırası karşısında saygıyla eğiliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.