NEBAHAT AKKOÇ 1955 yılında Bingöl’ün Karlıova ilçesinde doğdu. İlkokulu Diyarbakır’a bağlı Hazro ve Silvan ilçelerinde okudu. Mardin Yatılı Kız İlk Öğretmen Okulu’nda başladığı öğretmenlik eğitimini, ‘Doğu Batı Kaynaşması’ adlı uygulama kapsamında gönderildiği Manisa Yatılı Kız İlk Öğretmen Okulu’nda tamamladı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden ön lisans derecesi aldı. Diyarbakır’ın köylerinde, ilçelerinde ve merkezinde 22 yıl öğretmenlik yaptı. Türkiye Öğretmenler Birliği Derneği’ne (TÖB-DER) üye oldu.

1980 darbesiyle gelen askerî yönetimin toplumun geniş kesimlerini hedef alan hak ihlalleri hem kişisel hayatını, hem de çalışma hayatını derinden etkiledi. Diyarbakır Cezaevi’nde yatan eşine yaptığı ziyaretlerde tanıştığı tutuklu yakını kadınların hem toplumsal şiddetten doğrudan etkilendiklerini, hem de aile içi şiddette maruz kaldıklarını gördü. Türkçe ve okuma yazma bilmeyen tutuklu yakını kadınlara destek oldu.

1990-1993 yılları arasında Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Diyarbakır Şubesi’nin başkanlığını yaptı. 1990’lı yılların başında yoğunlaşan çatışmalar, sendikanın faaliyetlerini yürütmesini zorlaştırdı. Pek çok öğretmen faili meçhul cinayetlerle katledildi. Bu cinayetlere ve bölgede yaşanan hak ihlallerine dair açıklamalarından dolayı adli ve idari soruşturmalar geçirdi. Hem kendisi, hem de eşi ölüm tehditleri aldı. Eşi, Zübeyir Akkoç, 1993 yılında, evden okula giderken silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü. Bu olayın ardından, insan hakları alanındaki çalışmalarına odaklanmak amacıyla öğretmenlikten emekli oldu. İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptığı 1994-1996 yılları arasında 15 kez gözaltına alındı. 10 gün boyunca, yalnızca kadınlara uygulanan işkence yöntemlerine maruz kaldı. Düşünce özgürlüğü ihlallerini, eşinin öldürülmesini, yaşadığı gözaltı ve işkenceleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyarak, Türkiye’den bu mahkemeye başvuran ilk kişi oldu. 1999’da, davaların hepsini kazandı.

Hem tanıklık ettiği hikâyeler, hem de maruz kaldığı işkenceler, kadın çalışmalarına eğilmesinde etkili oldu. 1996 yılında evinin bir odasını büro haline getirdi. 1997’de Kadın Merkezi, KAMER’i kurdu. Toplumsal cinsiyet rollerinin, kadınları ikinci sınıf statüsüne sıkıştırdığına dikkat çekti. Birer vatandaş, eş, anne olan kadınların, hakları konusunda farkındalık kazanmaları için çalışmalar yaptı. Yüzün üstünde kadının koruma altına alınmasını sağlayarak, olası cinayetleri engelledi. Kadınların girişimci olarak ticaret hayatında yer almalarını desteklemeye yönelik projeler geliştirdi ve uyguladı. ‘Her Kadın İçin Bir Fırsat’ programıyla, kadınların yaşadıkları şiddeti fark etmelerini, şiddetten kurtulmalarını, güçlenmelerini ekonomik bağımsızlık kazanarak, içinde bulundukları eşitsizliklerini aşmalarını sağlıyor. Erken çocukluk dönemi için şiddetsiz, ayrımcılıktan uzak ve katılımcılığı teşvik eden projeler hazırlıyor. Suriye Savaşı sonrasında Türkiye’ye sığınan kadınlar ve çocukların topluma dahil olmaları ve eşit haklardan yararlanmaları için çalışmalar yürütüyor.

Değerli Misafirler,

Bu ödülü alacağıma dair ilk haberi sevgili Rakel Dink’ten aldım. Çok şaşırdım. “Ama ben içerden biriyim, kendimi Hrant Dink Vakfı’nın içinde hissediyorum. Keşke dışarıdan biri olsaydı” dedim şaşkınlıkla. Ödül almak beni hep mahcup etmiştir. Hem şaşırmış hem mahcup olmuştum.

Bu güne kadar ödül törenlerine hiç katılmadım. Ama her yıl “ödülü kime veriyoruz acaba” diye merakla bekledim. Törenleri izlemeye, bir sonraki gün yazılıp çizilenleri okumaya çalıştım.

O kadar içerdeydim.

Sonraki birkaç gün, önce Hrant Dink Ödülü alacağım için onur duymaya başladım. Mutlu oldum, heyecanlandım. Ama sonra bütün bu duyguları bastıran büyük bir acı hissetmeye başladım. Hrant Dink’i kaybetmiş olmanın acısı. O hayatta kalan tek akrabam gibiydi. O öldürülünce tüm atalarım o gün ölmüş, o gün gitmiş gibi hissettim.

Yıllar önce Hrant ile birlikte Almanya’da bir toplantıya katılmıştık. Eşim Zübeyir Akkoç’un öldürülmesinden birkaç yıl sonraydı. O’nu kaybetmiş olmanın büyük acısıyla nasıl baş edeceğimi bilemiyordum henüz. Kin ve nefret yoktu ama çok öfkeliydim.

Toplantıyı düzenleyenlerden biri “1915’te neler oldu? Geride kalanlar ne yaptılar? Nasıllar?” diye sormuştu.

Bu soru, her zaman olduğu gibi önce bir suskunluğa yol açtı. Hrant’a baktım, konuşmaya niyetlenmişti, düşünüyordu. Ama Türkiye’den toplantıya katılan erk sahibi biri hemen cevap vermeye başladı. Bir iki cümle söyledikten sonra ben öfkeyle sözünü keserek “Niye böyle hızlı cevap verdin biliyor musun? Çünkü acın yok. Bir dur istersen, burada Hrant var, ben varım” dedim.

Toplantı bir şekilde devam etti. Toplantı arasında Hrant beni bir köşeye çekip, en çok da o adama karşı sabırlı olmam gerektiğini söylemişti.

Biz böyle yüce gönüllü bir barış elçisini, Hrant Dink’i kaybettik.

Bu büyük bir kayıp, büyük bir acı. Bu büyük acı hiç geçmiyor, hiç geçmeyecek. Biz torunlar, 1915’in, 1938’in acısını yakın dönemde yaşadığımız acılarla büyüttük. Bizim torunlarımız dedelerinin acısını yaşayarak büyüyecekler.

Benim acımdan hiçbir zaman kin, nefret, intikam duygusu çıkmadı. Şükrediyorum ki, bu güçlü duygudan doğan enerjimi sevgiye, dayanışmaya, paylaşıma, empatiye dönüştürdüm.

Ben önce Hrant Dink’in öldürülmesinin yarattığı büyük acının içinde kalmayı göze alarak Hrant Dink Vakfı’nı kuran, toplumsal farkındalık ve duyarlılık için çaba harcayan başta Rakel Dink olmak üzere Dink Ailesine, emeği geçen tüm Hrant Dink dostlarına teşekkür etmek istiyorum. Sizin emeğiniz, duruşunuz bütün ödülleri hak ediyor.

Bu kıymetli ödülü;
-hiçbir şiddetin masum ya da haklı olamayacağına inanan gerçek barış elçileri için,
-devrimin kendisinden başlayacağına, aile içinden başlayacağına inanarak ve tüm bedelleri göze alarak şiddete karşı durmaya çalışan, kendi şiddetleri ile baş ederken geliştirdikleri yöntemlerle yeni bir dünya hayal etmemizi mümkün kılan tüm kadınlar adına alıyorum.

Kalbimde saklayacağım.