Türkiye İnsan Hakları Vakfı 1980 askerî darbesinin ardından işkencenin önlenmesi ve işkenceye maruz kalmış kişilerin tedavisi ve rehabilitasyonu için verilen çabaların bir sonucu olarak, 1990 yılında, İnsan Hakları Derneği ve 32 insan hakları savunucusu tarafından kuruldu.

İşkence izlerinin belgelenmesi ve işkence görenlerin tedavisi konusundaki çalışmaları, deneyimi ve bilgi birikimiyle âdeta bir okul hâline geldi. İşkenceyle mücadele konusunda mevcut mekanizmaların etkinleştirilmesi ve hem yerel hem de uluslararası düzeyde yeni mekanizmalar kurulması amacıyla yürüttüğü savunuculuk faaliyetleri ve yayımladığı raporlarla, işkencenin önlenmesine yönelik çalışmalarda dünyanın önde gelen kuruluşlarından biri oldu; birçok hak örgütüne ve uluslararası kuruluşa ilham verdi.

1999 yılında kabul edilen ve ‘İstanbul Protokolü’ olarak bilinen Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezanın Etkin Soruşturulması ve Belgelenmesi Kılavuzu’nun hazırlanmasına öncülük etti. Türkiye’de ve dünyada sağlık ve hukuk alanında çalışanlara yönelik işkencenin araştırılıp kayıt altına alınması ve soruşturulmasına dönük eğitim programlarının düzenlenmesinde önemli rol oynadı. 2008 yılında, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Türk Tabipleri Birliği’nin katkılarıyla, işkenceyi tıbbi olarak belgelendiren ‘İşkence Atlası’ başlıklı çalışmayı yayımladı. Ankara’da, Diyarbakır’da, İstanbul’da, İzmir’de, Cizre’de ve Van’da kurduğu merkezler aracılığıyla, bugüne dek, işkenceye ve kötü muameleye maruz kalmış 20 binden fazla kişiye tedavi ve rehabilitasyon hizmeti sundu; işkence görenlerin ve yakınlarının, yaşadıkları travmanın ardından fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyileşmelerine katkıda bulundu. 2000 yılından beri, ‘hakikat, adalet ve onarım’ ilkeleri çerçevesinde, toplumsal travmayla baş etme konusunda da çalışmalar yapıyor; Türkiye’de ve Türkiye dışında, bu konuda eğitim programları, paneller ve sempozyumlar düzenliyor. Bir yandan da, ‘İstanbul Protokolü’nün düzenli olarak güncellenmesine önayak olmaya devam ediyor.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı, kurulduğu günden bu yana, hakkında açılan pek çok soruşturma ve dava karşısında yılmadan çalışarak, bilimsel bilgiye ve evrensel değerlere dayalı bir tanıklık yürüterek, işkencenin ve kötü muamelenin olmadığı bir dünyanın ve toplumsal barışın tesis edilmesine, demokrasinin gelişmesine ve insanlık onurunun korunmasına paha biçilmez katkılar sunuyor.

 

Daha dün gibi

15 yılı aşkın bir zaman önce 18 Ocak 2007 Perşembe akşamı kimi ortak çalışma konularını da sohbet etmek için İstiklal caddesindeki o zamanki adı Hacıbaba olan lokantada o dönem vakıf başkanımız olan sevgili Yavuz abi ve eşi Rezzan abla, vakıf genel sekreterimiz sevgili Coşkun ve ben sevgili Hrant ile buluşmuş idik. Benim için ve tabii ki vakfımız açından da son derece zenginleştirici ve bir o kadar da öğretici bir sohbet idi.
Daha önceden planlanmış bu sohbetimizin sonunda özel olarak “Travma ve Kimlik” başlığında ortak bir çalışmayı başlatma kararı aldık. Konu ile ilgili hepimiz bir hazırlık yaptıktan sonra yeniden buluşmak üzere ayrıldık. “Bir yanı ile son akşam yemeği”nde olduğumuzu hiç akla getirmeden hepimiz nasıl da büyük bir coşku ile ayrılmış idik.

Ve sadece ertesi gün 19 Ocak 2007 Cuma günü saat 15:00 sularında ben henüz İstanbul’da iken o haber geldi. Söylenegeldiği gibi “öyle bir an yaşandı ki yaşanması yüzyıllar sürdü”

Haber geldikten sadece birkaç dakika sonra sevgili Hrant’ın yanına ulaştığımızda ne kadar da geç kalmış olduğumuzu görmenin derin yıkımını halen yaşamaktayım. Evet çok geç kalmış idik, aynı gün Agos Gazetesi'nde yayımlanan “Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlıklı yazısında hepimizin anlayabileceği berraklıkta yer verdiği çığlığının gereğini yerine getirememiş olmanın kendi adıma halen sürmekte olan deri̇n acısını huzurunuzda açıklıkla paylaşmak isterim. Bırakın yaşamakta olduğumuz ülkeyi tüm dünyayı insanca yaşanabilecek bir dünyaya dönüştürme iddiası ve çabası içinde olan bizler, tüm değerli çabalarımızın yanısıra, bu konuda da yetememiş idik.

Sevgili Hrant, Hrant’ın yakınları ve Hrant’ın dostları, lütfen biliniz ki o buluşmamızda sözleştiğimiz “Travma ve Kimlik” başlığında çaba göstermek, yokluğunu hep hissettiğimiz sevgili Hrant’a sözümüzdür. Bu nedenledir ki, Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak o günden bu yana “sürmekte olan toplumsal travma ile baş etme” başlığındaki programları her gün yeniden geliştirmeye çalışmaktayız. O unutulmaz sohbetimizin de bir sonucu olarak her biri biricik insan olan Ermeni halkının yaşadığı derin acılar dahil olmak üzere bir toplumsal travmalar ve de “tamamlan(a)mayan yas”lar ülkesi olan ülkemizde hakikatin ortaya çıkması, samimi bir yüzleşme ve içten bir özür dileme ve her düzeydeki onarım programlarının gereğini yapmaya çalışan bir heyetiz.

Bilmenizi isterim ki vakfımızın kuruluş nedeni Kurucu başkanımız sevgili Yavuz abinin ifadesi ile “Ateş düştüğü yeri yakar ve biz ateşin düştüğü yerdeyiz!..” olarak özetlenmiş idi. Ve bizler “Hâlâ ateşin düştüğü yerdeyiz ve olmaya da devam edeceğiz!..” Bu nedenledir ki özel çalışma alanımız olan işkence ve diğer ağır/ciddi insan hakları ihlallerinin son bulacağı bir ortam yaratma amacı ile çalışmalarımızı kuvvetlendiriyoruz ve öyle ki temel amacımız işkencesiz bir dünya hayalini gerçekleştirip bizim gibi kurumlara ihtiyacın kalmadığı bir ortam yaratmak ve dolayısı ile kendi varlığımızı sonlandırmaktır. Sevgili Hrant’ı ve yitirdiğimiz tüm dostlarımızı bir an bile unutmadan, kötücüllerin tüm çırpınışlarına karşın hep birlikte her halükarda insanca yaşanacak bir Türkiye ve dünya yaratacağımızdan hiç kuşkumuzun olmadığını da bu vesile ile içtenlikle paylaşmak isterim.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak, buluştuğumuz son günden beri acısını içinde taşıyan ve ortak çalışma sözümüzün gereğini yerine getirme çabasında olan bir heyet olarak sevgili Hrant’ın ödülünü almanın olağanüstü karmaşık duygusunu yaşıyorum.

Olağanüstü karmaşık duygusunu yaşıyorum, çünkü; bir yandan hiç kuşkusuz sevgili Hrant’ın her açıdan son derece kıymetli bu ödülüne layık görülmek büyük bir onurdur. Ama aynı zamanda sadece ve sadece insan olmanın, yanısıra belli mesleklerin gereğini yerine getirme uğraşı içinde olmamızdan kaynaklı çalışmalarımızın bu ödüle layık görülmesinin mahcubiyetini yaşadığımı da açıklıkla itiraf etmeliyim.

Dahası sevgili Hrant ve Hrant’ın yakınları aslında bizlerin sizlere içtenlikli özür ve teşekkür borcumuz olduğuna inanıyorum. İçten özürlerimizi sunuyoruz çünkü; yaşanan acıları ne yazık ki önleyemedik, yanısıra eksikliklerini hiç ama hiç unutmadan, yaşanan acıların telafisini ve bir daha tekrarlanmamasını tüm çabalarımıza karşın bugüne kadar ne yazık ki sağlayamadık. Öte yandan tüm bu karanlık içinde hepimizi aydınlığa ulaştıracak o vakur ve bilge yol göstericiliğiniz için, her zaman umudu çoğaltmaya katkı sunduğunuz için ve tabii ki bu ödüle bizleri layık gördüğünüz için de sizlere içten teşekkürlerimizi sunmak isteriz.

Ve son olarak bu ödülü ülkemizde ya da dünyada şu anda işkenceye maruz kalmakta olan isimlerini bildiğimiz ya da bilmediğimiz insanlar, bugüne kadar işkenceye maruz kalmış tüm insanlar, işkencenin önlenmesi için her türlü bedeli göze alıp çaba gösterenler ve tabii ki vakıf ortamındaki tüm dostlarımız adına aldığımı ifade etmek isterim.

Sevgili Hrant’a ve hepinize sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.