Şebnem Korur Fincancı, 1959’da İstanbul’da doğdu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Adli Tıp’ta uzmanlık eğitimi aldı. 1987-1990 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Klasik Arkeoloji Lisans Eğitimi aldı. 1992’de kurulan Adli Tıp Uzmanları Derneği'nin kurucu üyeleri arasında yer aldı; 1993-1996 arasında derneğin yönetim kurulu başkanlığını üstlendi. Türk Ceza Hukuku Derneği kurucu üyelerinden biridir. 

 

Mesleki ömrünü işkenceyle mücadeleye adadı ve Türkiye’nin bu konuda kilometre taşlarından birisi oldu. Türkiye’de işkencenin yaygın olduğu ve yetkililerin işkencenin üstünü örttüğü 1990'larda, işkenceyi saptayan raporlar verdikçe ve tıp etiği üzerine yazılar yazdıkça, devletin baskı ve engellemeleriyle karşılaştı. Uğur Mumcu sanıkları hakkında verdiği rapordan sonra resmi makamlarca tehdit edildiğini açıkladı; görevden alınmasına dair gizli yazı ortaya çıktı. Mehmet Ağar’ın Adalet Bakanlığı sırasında Adli Tıp’ın Susurluk döneminde uygulanan imha mekanizmalarından biri haline dönmesine karşı etkin mücadele verdi. 

 

1997’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı oldu. 2004’te Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’ndan alındı; 2005’te İdare Mahkemesi ve YÖK kararı ile göreve iade edildi. Ek görev olarak yürüttüğü Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu Başkanlığı görevinden birkaç kez uzaklaştırıldı; kazandığı davalarla göreve geri döndü. 

 

1996'da Birleşmiş Milletler Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi adına, Bosna’nın Kalesija bölgesinde toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin otopsi çalışmalarına katıldı. 1999’da, Birleşmiş Milletler tarafından işkencenin saptanmasında uluslararası standart kılavuz olarak kabul edilen İstanbul Protokolü belgesinin oluşturucuları arasında yer aldı; daha sonra, protokolün uygulanması hakkında çeşitli ülkelerde eğitimler verdi. 2000'de, İnsan Hakları İçin Hekimler'in Güney Afrika'daki uluslararası çalışmasında, 2002'de Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Kadına Yönelik Cinsel Şiddet Araştırması ve El Kitabı çalışmalarında yer aldı. 

 

Uluslararası İşkence Rehabilitasyon Merkezi (IRTC) adına gittiği Bahreyn’de, turist kılığına bürünerek, denizde cesedi bulunan ve polise göre boğularak ölen gencin vücudundan doku örnekleri aldı. Örnekleri Türkiye’ye getirdi ve yaptığı otopside gencin, ailesinin de iddia ettiği gibi, gözaltında işkenceyle öldürüldüğünü tespit etti. 

 

Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü eski Müdürü Adil Serdar Saçan'ın yaptığı işkenceleri kanıtladı. Ergenekon örgütü tarafından telefonlarının dinlendiği, kişisel bilgilerinin dosyalandığı gerekçeleriyle yaptığı müdahale başvurusu kabul edildi, birey olarak Ergenekon davasının tek müdahili oldu. 

 

Halen tahliye edilmeleri için Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu raporuna ihtiyaç duyan cezaevlerindeki çok sayıdaki hasta tutuklunun sorununu gündeme taşıyor; Adli Tıp Kurumu’nun bağımsız olmasının önemine dikkat çekiyor. Tepkilere rağmen, Türkiye’de yargının sağlıklı işleyebilmesi için Adli Tıp Kurumu’nun baştan aşağıya yenilenmesi gerektiğini açıkça savunuyor. Devletin işlediği insan hakları ihlalleri kendisinin görev alanına girdiği için çalışmaları, bu erki elinde bulunduranları rahatsız etse de tüm baskı ve yıldırmalara rağmen işkenceyle mücadeleden ve gerçekleri söylemekten vazgeçmiyor. 

 

İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde adli tıp lisans ve yüksek lisans dersleri veriyor, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora tez danışmanlığı yapıyor. 2009’dan beri Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) başkanlığını yürütüyor.

 

 

 

 

Sizleri sevgi ve dostlukla selamlıyor, tüm dünyada devletler tarafından katledilmiş dostları, yoldaşları, bu topraklarda korumayı başaramadığımız, hep tedirgin bıraktığımız güvercinlerimizi, o güzelim insan Hrant Dink’i sevgi, dostluk ve özlemle bir kez daha anıyorum.

Ben bir hekimim ve hekimliğin hep bir yaşam biçimi olduğunu savunurum. İnsanlık için mücadele etmeyi, insandan yana tutum almayı bu yaşam biçimini seçtiğimde öğrendim. Başka türlüsünün de mümkün olmadığını düşündüm her zaman.

Ben bugün hem çokça mahcubiyet, hem de inanılmaz bir onur duygusu yaşıyorum.

Mahcup, çünkü yalnızca insan olmanın sorumluluğunu yerine getirmeye çalışırken, yıllardır devletin kaybettiği insanlarımızı arayan Cumartesi Anneleri ile örneğin, aynı ödüle değer bulunmuş olmak bende mahcubiyet uyandırıyor, o inanılmaz onurlandırılmış olma duygusunun yanı sıra. Böylesine anlamlı bir ödüle değer görülmenin yarattığı bir mahcubiyet içindeyim. Hem yalnızca yapılması gerekeni yaptığınızda, bu davranışın ödüllendirilmesinin mahcubiyeti, hem de yapılması gerekenin bu topraklarda olağan bir değer olarak benimsenmesini yaygınlaştıramamış olmamızın utancı. Ermeni soykırımının hala kapı arkalarında konuşulmak zorunda hissedilmesi, Kürtlerin inkar ve imhasının yok sayılması, bu toprakların halklarının evlerinden yurtlarından sökülüp atılmasının her yıl kutlanabilir olması ve hatta bir avuç kalmış Ermeni halkının yaşadığı bir mahallede örneğin, bir ilk okulun adının Talat paşa, caddenin Ergenekon, sokağın Türk beyi olmasının utancıyla yaşamamız, bu toprakların ezilen tüm halklarının acısını hep birlikte hissetmemiz ve onarmak için elimizden geleni yapmamız gerekirken yapamamış, yetememiş olmanın mahcubiyeti…

Onur duyuyorum. Hem de çok! Sevgili Hrant Dink adına verilen bu ödül hep birlikte yıllardır inatla sürdürdüğümüz mücadeleye adanmış bir ödül, “ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, bunları yaparken, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut verenlere” verilen bu ödüle değer bulunmuş olmak, mücadelemizi onurlandırıyor. Dostların arasında, güneşin sofrasında olmanın onurunu yaşıyorum.

Çok güçlenmiş olarak çıkacağım bugün bu salondan, yalnız olmadığımızı bilerek ve güvenle. Her gün acılara yenilerinin eklendiği bu topraklarda mücadele gücümüz bilenerek. Doğru olanı yapmanın, insan olmanın bilinciyle…

Bu sonsuz mücadelenin içinde her zaman kendimi dostların arasında, güneşin sofrasında hissettim. Bana direnme gücünü veren de o dostluklar ve güneşin ısıttığı dayanışma ruhu oldu hep. Beni bu ödüle aday göstermeye, ödülü almaya değer bulduğunuz, güneşin sofrasında yer verdiğiniz için teşekkür ederim dostlarım.