Cumartesi Anneleri/İnsanları bir grup kadının, gözaltında kaybolanların bulunması ve sorumluların ortaya çıkarılarak yargılanması talebiyle, bir Cumartesi gününe denk gelen 27 Mayıs 1995’te, saat 12.00’de İstanbul’da, Galatasaray Lisesi’nin önünde oturmasıyla doğdu.

20 Mart 1995’te eve dönmesi beklenen Hasan Ocak’tan tam 55 gün hiç haber alınamamıştı. Hasan Ocak’ın işkence edilmiş bedeninin İstanbul’da bir ormanda bulunduğu ve kimsesizler mezarlığına gömüldüğü ortaya çıktı. Hasan Ocak ilk ‘kayıp’ değildi ama bu kez ortada çok sayıda tanık ve kanıt vardı. Kamuoyunun dikkatini konuya çekmek için bir araya gelen, her birinin bir yakını gözaltında kaybedilmiş 30 kadar insan, Galatasaray Meydanı’nda oturmaya karar verdi.

Onlar, sadece yakınlarının kemiklerini değil, aynı zamanda sorumluların hesap vermesini, yargı önüne çıkarılmasını, böylece bir daha benzer acıların yaşanmayacağı yeni bir Türkiye’nin yolunun açılmasını talep ediyorlardı. Bunun için, sessiz bir çığlıkla, yağmur, kar, rüzgâr veya güneş altında, her cumartesi günü, ellerinde kartona yapıştırılmış ‘kayıp’ resimleri ile yarım saat oturdular, basın açıklamaları yapıp sessizce dağıldılar. Bu sessiz mücadele, Diyarbakır, Batman, Urfa ve Cizre’deki kayıp yakınlarının katılımıyla büyüdü. Eylem ilk ayını doldurmadan, polisin saldırısına uğradı. Baskı ve tehditler her hafta yinelendi. Onlarla birlikte hareket eden insan hakları savunucuları baskılara maruz kaldı. Onlar, her şeye rağmen, çok sayıda insanın dikkatini bu kanayan yaraya çekmeyi basardı.

Onların kırılamayan direnci, hem iç hem de dış kamuoyunun, kayıpların hesabını sormasını sağladı. Uluslararası insan hakları kuruluşlarının raporlarında özel bir yer bulan ‘Türkiye’de gözaltında kaybolanlar’ başlığı, iktidarların uluslararası görüşmelerinde de bir gündem maddesi haline geldi. Onlar, bütün bu yıllar boyunca, gözaltında kaybolan insanları, istatistiklerde birer rakam olmaktan çıkardı; onları etiyle, kemiğiyle insanların zihninde canlandırdı.

1999’daki ağır devlet baskısı ve polisin saldırıları nedeniyle sona erdirdikleri Cumartesi eylemlerine, 10 yıl sonra, 2009’da yeniden başladılar. 31 Ocak 2009’dan beri, 1915’te kaybedilen Ermeni aydınları da kayıplarının arasına katarak, sessiz oturuşlarına devam ediyorlar.

Yıllardır durmaksızın, gözaltında kaybedilen yakınlarını arayan, onların hiç değilse bir mezara sahip olmasını isteyen bu insanlar, Türkiye’nin insan hakları tarihinde önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Yaşadıkları acıları başkaları yasamasın, sorumlular yargı önüne çıksın diye azimle mücadele ediyorlar. Şiddete maruz kaldıklarında bile sessizliğin çığlığıyla hakikatin savunucusu oldular ve olmaya devam ediyorlar.

Emine Ocak: 

Çocuklar ölmesin, bizler buraya gelmesin. Çocuklar ölmesin, toprağa gitmesin. Bu toprak hepimizin, çocuklarımızın toprağı. Bu, yetim çocukların toprağı, sevgi toprağı. Teşekkür ederim.

Herkese teşekkür ediyorum. Bizim çocuklar toprakta, onları geri istiyorum, mezar istiyorum. 

Hanım Tosun: 

Anne fazla kendini ifade etmedi. Ben bütün Cumartesi Anaları adına hepinizi saygıyla, o analık sıcaklığıyla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bundan sonra Kürtçe konuşmak istiyorum.

Cumartesi Anneleri adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu ödülü bizlere layık gördükleri için çok çok teşekkür ediyorum ama keşke bu ödülü alacağımız bir durum olmasaydı ve çocuklarımız, kaybettiklerimiz burada olabilseydi. 

Tabii ki çok üzüntülüyüz ama bir yandan da Hrant Dink ile yan yana olduğumuz için de büyük bir gurur duyuyoruz. Hrant Dink hep bizim yanımızdaydı biz de Hrant Dink’in yanında olacağız. 

Gerçekleri yazdıkları için, gerçekleri yazmaktan hiç vaz geçmedikleri için katledilen Ape Musa, Vedat Aydın ve Hrant Dink’i bu gerçekleri yazmak inadından hiç vaz geçmedikleri için de selamlıyorum. 

Ahmet Kaya’yı da buradan anıyorum. O da Kürtçe dilinde şarkı söylemek istediği için hayatını kaybetti. Buradan, dillerini, Kürtçeyi kullanmaktan asla vaz geçmedikleri için öldürülen, gözaltına alınan insanları da anıyorum. 

Ahmet Kaya Cumartesi Anneleri adına bir ödül alacaktı ve linçin sebebi de oydu. 

Ben de buradan, bu kayıplar için verilen mücadele, insan hakları savunucuları ve şu an içeride olan ve ölenlerin hepsini saygıyla anıyorum. İçeride olanların da bir an önce serbest bırakılmalarını istiyorum. Örnek olarak sadece bir isim vermek istiyorum ama onun gibi yüzlercesi içeride var. Muharrem Erbey gibi, tüm kayıplar için çalıştığı için, toplu mezarlar için çalıştığı için şu an içeridedir. Ahmet Kaya gibi, bu ödülü tüm insan hakları savunucuları adına alıyorum ve burada hepsini saygıyla selamlıyorum. Bir an önce serbest bırakılmasını istiyorum. 

İkbal Eren:

Merhaba Hrant Dink dostları, 

Cumartesi Anneleri olarak Hrant Dink ödüllerinden birinin bu yıl bize verildiğini duyunca mutlu oldum ve bir kez daha Hrant Dink’i düşündüm. İzlediğim programlarını, okuduğum röportajlarını düşündüm. Aklımdan geçirdiğim her etkinlik beni hep aynı yere çıkardı. Demek Hrant’ın bende bıraktığı anılar bunlardı. Pekii, neydi onlar? Hrant her söyleminde halkların kardeşliğinden söz ederdi. Barıştan söz ederdi. Söz etmekle de kalmaz, inatla savunurdu. O kısacık ömrüne ne kadar çok şey sığdırmıştı barıştan ve kardeşlikten yana. 

Pekii, Hrant Dink Ödülü neden Cumartesi Anneleri’ne verildi diye kendi kendime düşündüğümde ve araştırdığımda, bu ödülün kriterlerinin ne olduğunu araştırdığımda, kimlere verildiğini araştırdığımda “ödül, ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış kişi, kurum ve kuruluşlara verilir,” diyordu. Bu topraklarda tarih boyunca yönetenler, din, dil ve etnik köken ayrımına bakmaksızın kendisi gibi düşünmeyenlerin yaşam haklarını bir biçimde ellerinden aldı. Biz de Cumartesi Anneleri olarak din, dil, ırk, etnik köken bakımından fark gözetmeksizin devletin kolluk güçleri tarafından gözaltına alınan yakınlarımızın akıbetlerini oturma eylemleri yaparak faillerinden hesap soruyoruz. Öyleyse bu bağlamda “biz bu ödülü hak ettik,” diyoruz. 

Devam ediyor, “Daha özgür, daha adil bir dünya için çalışanlara verilir,” diyor. Bizim kaybettiğimiz yakınlarımız da özgür ve adil bir dünya için çalıştıklarından kaybedildiler. Bizler, her hafta, kayıplarımızın faillerinin kimler olduklarını açıklayıp suç duyurusunda bulunuyoruz. Failleri yargılanıp bizlerle yüzleştiğinde özgür ve adil bir dünya için bir adım daha atmış olacağız. Öyleyse yine bu ödülü hak ediyoruz. 

Devam ediyor, “ezber bozanlara verilir,” diyor. 20 Mart 1995’ten beri Cumartesi Anneleri, 18 yıldır gerçekleştirdiği, dünyanın en uzun eylemleriyle gerçekten ezber bozuyor. Öyleyse bu ödülü hak etmişiz demektir. 

18 yıllık mücadelemizde kardeşlerimizin, eşlerimizin, çocuklarımızın işkence edilmiş bedenlerini isimsiz mezarlarda bulduk. Hasan Ocak gibi, Rıdvan Karakoç gibi, Ferhat Tepe gibi, Vecdi Avcıl gibi. 

Henüz çocuk yaşta çocuklarımızın yakılmış kemiklerine ölüm kuyularında ulaştık. Seyhan Doğan gibi, Mehmet Emin Arslan gibi. Ya da Kenan Bilgin, Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl, Vehmi Tosun, Hüseyin Taşkaya, Abdürrahim Demir, Kasım Alpsoy, Murat Yıldız, Hasan Gülünay gibi sır olup, hiçbir iz bulamadık. Oysa onların gözaltına alındıklarının tanıkları çoktu. Tutanakları vardı. Gözaltına alındıkları belliydi. AİHM kararlarında, nasıl gözaltına alındıkları kayıtlıydı. JİTEM ve MİT mensuplarının itiraflarında nasıl öldürdükleri, kuyulara atıldıkları, kimliksiz gömüldükleri, helikopterlerle uçurumlardan atıldıkları çok açıktı. Uzun yıllara yayılan mücadelemizde, sistemli bir şekilde kaybedilen çocuklarımızın, eşlerimizin, kardeşlerimizin, anne ve babalarımızın akıbetleri bugüne kadar ısrarla karanlıkta bırakıldı. Kayıplarımızın sorumlularının isimlerini her hafta Galatasaray’dan, Diyarbakır Koşuyolu’ndan, Batman’dan, Cizre’den açıklamamıza rağmen hala bu suçlara ilişkin etki soruşturma başlatılmadı ve failler yargılanmadı. Hakikatlerin ortaya çıkarılması, adaletin sağlanması, yaşanan insanlık suçlarının tekrarını engelleyecek yasaların ve mekanizmaların hayata geçirilmesi talebimiz karşılanmadan, toplumun barış ve demokrasi içerisinde yaşama hakkının hayata geçmesi mümkün olmayacaktır. 

Bizler, yalnız gözaltında kaybedilen evlatlarımızı arama mücadelesi vermiyoruz. Aynı zamanda, bu toprakların tüm evlatlarına özgür, eşit, adil, insan onurunun dokunulmaz olduğu gerçeğinin inşası için de mücadele ediyoruz. Bu topraklardaki tüm insanlık suçlarıyla yüzleşmek ve insanlık suçu üreten zihniyeti mahkûm etmek için mücadele ediyoruz. Bu nedenle, 442 haftadır Galatasaray’dayız.

Kayıplarımızı istiyoruz, hakikati de.

Kayıplarımızı istiyoruz, demokrasiyi de.

Kayıplarımızı istiyoruz, barışı da. 

442 haftadır adalet arayışımız için layık görüldüğümüz bu ödül nedeniyle hem Hrant Dink Vakfı’na hem de jüri üyelerine teşekkür ediyoruz. 

Biz de bu ödülü, mücadelemizde bize omuz veren pek çok kurum ve dostumuz olmakla beraber, burada bir ismi özellikle belirtmek istiyoruz. İnsan Hakları Derneği, Diyarbakır eski Şubesi Başkanı Muharrem Erbey’in faili meçhul cinayetlerin araştırılmasında, toplu mezarların bulunmasındaki katkılarından dolayı ve emeklerinden dolayı bu ödülü ona atfetmek istiyoruz. Kabul buyurursa seviniriz. Biz de ödülümüz için bir kez daha teşekkür ediyoruz.