Ahmet Altan 1950’de İstanbul’da doğdu. Eski milletvekili, gazeteci-yazar Çetin Altan’ın iki oğlundan biri. Bir süre Robert Kolej’e devam ettikten sonra Ankara Koleji’nde eğitimini sürdürdü. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni kazandı ancak çeşitli nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kaldığı ODTÜ’den sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Yirmi dört yaşında gazeteciliğe başladı. Gece muhabirliğinden, genel yayın müdürlüğüne kadar gazeteciliğin hemen hemen bütün kademelerinde çalıştı. Nokta dergisinde başladığı köşe yazarlığına Hürriyet, Güneş, Milliyet ve Yeni Yüzyıl gazeteleri için yazdığı günlük yazılarla devam etti. 

Milliyet'te çalıştığı dönemde, gazetede Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu kurgusal bir "Kürdiye" ülkesinden bahseden yazısı nedeniyle işinden çıkarıldı. Yazının başlığı “Atakürt”tü. Altan; demokrasinin, kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkasına yapmamak olduğunu anlattığı yazısında, eğer Mustafa Kemal Selanik yerine Musul’da doğmuş bir general, kurduğu devletin ismi Kürdistan Cumhuriyeti olsaydı ve meclis de ona Atakürt ismini verseydi, ve Kürtler, kurulan bu devlette azınlık durumuna düşen Türkler’e, Türkler’in şimdilerde Kürtler’e yaptığını yapsaydı ne olurdu sorusunu soruyordu. Bu yazıdan dolayı yargılandı. 

İlk edebi eseri olan “Dört Mevsim Sonbahar” romanını yirmi yedi yaşında kaleme aldı; “Akademi Kitabevi Roman Büyük Ödülü”ne lâyık görüldü. İkinci romanı olan “Sudaki İz” (1985) müstehcen olduğu için toplatıldı. Yargılama iki yıl sürdü. Mahkeme kitaptaki iki buçuk sayfalık bir bölüm “müstehcen” bularak, kitabın “zoralım ve imha”sına karar verdi. Suçlu sayılan satırlar sansürlenerek kitap tekrar yayınlandı.

1990’ların ortalarında Neşe Düzel ile birlikte Star TV'de Kırmızı Koltuk isimli tartışma programını hazırladı ve sundu. Siyasi nedenlerden dolayı program yayından kaldırıldı. Altan, programdaki sert söylemleri nedeniyle bir buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Kasım 2007’de Taraf gazetesini kurdu. Alev Er ile birlikte gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlendi, daha sonra Alev Er'in ayrılmasıyla genel yayın yönetmenliği görevini tek başına yürütmeye devam etti.

Şirin Sever’e verdiği röportajda Taraf gazetesini kurma sebebini şu sözlerle ifade etti: “Dürüstlükten yana taraf olduğun zaman, olaylar karşısında tarafsız olursun. Nedir tarafsızlık? Bir olayın gerçeği neyse, nasıl olduysa, onu olduğu gibi anlatmak. Bak biz bundan yana tarafız! Diğer gazetelerin sakladığı haberleri koyacağız ortaya, biz bundan tarafız. Çünkü gazetecilik aslında göstermekten ziyade saklamakta! Biz saklamayacağız ve diğer gazeteler de zorlanacak çünkü medyaya da bir lafımız var: Biz çıktıktan sonra saklayamazsınız! Sizin sakladığınız her şey Taraf gazetesinde olacak, bu gazeteyi bunun için çıkartıyoruz.”

Eylül 2008’de Ermeni Kırımı’nın kurbanlarına adadığı bir köşe yazısı nedeniyle Türklüğe hakaretle suçlandı.

Eserleri arasında “Tehlikeli Masallar” (1996), “Kılıç Yarası Gibi” (1998), “İsyan Günlerinde Aşk” (2001), “Aldatmak” (2002) ve “En Uzun Gece” (2005) romanları bulunmaktadır.

Altan, halen Taraf gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor ve Kum Saati adlı köşesinde, köşe yazarı olarak yazılar yazıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne süregelen “asker sorunu” olarak adlandırılabilecek konuları gündeme taşıyarak askeri otoritenin kırılması, sorgulanması ve eleştirilmesi için risk alıyor, ilan kısıtlamalarına, baskılara rağmen, idealleri uğruna mücadeleye devam ediyor, cesur haberlerle gündemi belirliyor.

Her insan aldığı ödülü gururla kabul eder, bense bugün bu ödülü utançla kabul ediyorum. Bu ödül, cezası çekilmemiş bir suçun, kefareti ödenmemiş bir günahın can yakıcı bir anıtı gibi duracak benim hayatımın içinde. 

Bugün aldığım ödül iyi bir insanın adını taşıyor. Bugün aldığım ödül öldürülmüş bir insanın adını taşıyor. Bu ülkede yaşayan herkes gibi ben de Hrant Dink’i ölümden koruyamadığım için suçlu ve günahkarım. Bu ülkede yaşayan herkes gibi ben de Hrant Dink’in gerçek katillerinin yakalanmasını sağlayamadığım için suçlu ve günahkarım. 

Gözlerimizin önünde öldürüldü o. Şiddeti desteklediği için şiddetin kurbanı olmadı, vahşeti desteklediği için vahşetin kurbanı olmadı, düşmanlığı desteklediği için düşmanlığın kurbanı olmadı. Barışı ve dostluğu desteklediği için öldürüldü.

Yüz binlercesi insafsızca ve haksızca öldürülmüş bir ırkın, o ölümleri unutmayan, o ölümlerin acısını çeken ama o ölümlerin hesabının yeni ölümlerle sorulması gerektiğine inanmayan bir üyesi olduğu için öldürüldü.

Karanlık ve kanlı geçmişten, dostlukla tazelenmiş bir geleceğe bir köprü kurmak istediği için öldürüldü.

Biz bugün o geleceğe, önümüzdeki boşlukta ışıktan bir köprü gibi uzanan onun bedeninin üstünden yürüyoruz.

Sırtında yüz binlerce malum ölünün ağırlığı olan yetmiş milyon insanı hakkaniyetli bir geleceğe Hrant Dink belki de tek başına taşıyacak. Onun böyle bir gücü var. Öyle bir gücü olduğu için öldürüldü o.

Hala katliamların, cinayetlerin, çatışmaların olduğu, hala şiddeti ve ölümü yücelten seslerin yükseldiği bir ülkede biz Hrant Dink’in önemini daha çok anlıyoruz.

O, başkalarının vahşetinden ve şiddetinden kendine bir pay çıkartmaya çalışanların arasına katılmadı.

O, tam aksine kendisinden, varlığından, canından barışa bir pay çıkartmak istediği, bunu göze aldığı için kurban seçildi.

Bana onun adını taşıyan bir ödül veriyorsunuz.

Nezaketinize minnettarım ama ben adımı, onun adının yanına yazdırmayı hak ettiğime inanmıyorum.

Bunu hak edebilmek için onu koruyabilmiş olmam gerekirdi. Bunu hak edebilmek için onun katillerinin bulunmasını sağlamış olmam gerekirdi. Bu ödülü, eğer izin verirseniz, bir emanet olarak alıyorum. Bir gün bu ülkede, Hrant Dink’in gerçek katillerini bulan, onları ortaya çıkartan, bu korkunç vahşetin hesabını soran cesur, dürüst ve onurlu bir yönetici çıkarsa, o zaman bu gece burada aldığım bu emaneti ona, gene burada, bu kalabalıkların önünde sevinçle vereceğim.

Bu ödülün gerçek sahibi o olacak.

O gün gelene kadar, iyi bir insan için duyulan acının ve bir ölümü önleyememiş olmanın yaraladığı bir vicdanın simgesi olarak bu ödülü saklayacağım.

Öyle bir günün gelmesi diliyor ve bu emaneti, bunu hak edememiş bir insana bağışlayan cömertliğinize teşekkür ediyorum.