Türkiye Vicdani Ret Hareketi, Aralık 1989 ve Şubat 1990’da, iki genç, Tayfun Gönül ve Vedat Zencir’in sırasıyla, Sokak dergisi aracılığıyla askerliği reddettiklerini duyurmalarıyla doğdu.
Bu hamleyle Türkiye, ilk kez anti-militarist bir kampanyaya tanıklık yapacaktı… 1990’da başlayan “Askerliğe Hayır!” kampanyası Aralık 1992’de İzmir’de, 1993’te İstanbul’da Savaş Karşıtları Derneği’nin kurulmasına giden yolu açtı. Ardından, sivillerin askeri mahkemede yargılanmasına dikkat çekmek için “Askeri Yargıya Hayır!” kampanyası başlatıldı.
Böyle şekillendiler… Ve engebeli yolda yürümeye başladılar. 1994-1999 yılları arasında yoğun yargılamalar ve sansürle karşılaştılar. “Halkı askerlikten soğutmak”, “milli mukavemeti kırmak” gibi suçlamalarla haklarında askeri mahkemelerde davalar açıldı, cezalar verildi. Yılmadılar, tersine çoğalmaya ve tepkilerini arttırmaya başladılar. 2002 yılında, Mehmet Bal -askerken- vicdani reddini açıklayan ilk kişi oldu. 2004 yılında Halil Savda mevcutlu olarak askeri birliğe götürülünce vicdani ret açıkladı, tutuklu yargılandı. 2005 yılında tutuklanarak birliğe götürülen retçi Mehmet Tarhan daha önceki davalardan farklı olarak “toplu erat önünde ve askerlikten tamamen sıyrılmak maksadıyla emre itaatsizlikte ısrar” suçlamasıyla yargılandı, 11 ay askeri hapishaneye kapatıldı.
Mahkum olurken, işkencelere maruz kalırken, seslerini duyurmak için renkli ve yaratıcı eylemlerle sokağa da çıktılar. 15 Mayıs 2004’te “militurizm festivali”ni ve Sıhhiye Orduevi önündeki “vicdani retçiler pilav günü”nü düzenlediler. Aynı dönemde İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesinde “Vicdani Ret Komisyonu” kurdular.
Seslerini Avrupa’ya duyurdular. 2006 başında Osman Murat Ülke’nin davasında AİHM, Türkiye devletinin vicdani retçilere uyguladığı baskıyı “sivil ölüm” olarak tarif etti. 2007 yılında Enver Aydemir Türkiye’de İslami gerekçelerle vicdani reddini açıklayan ilk kişi oldu. Son dört yıldır Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi her altı ayda bir Türkiye’yi vicdani ret düzenlemesi yapması konusunda uyarıyor. 2010’da vicdani retçilerin sayısı 24’ü kadın, 5’i görme engelli olmak üzere toplam 121’e ulaştı.
…“kısacası sözümün özü şudur komutanlar. Ben vicdani ret hakkı diye bir bilgiye sahip oldum. Onu kullanıyorum. …ve şunu da bilin size karşı da olsa, elime silah almayacağım. Bu yazdıklarımın size birer mermi gibi işleyeceğini biliyorum çünkü. Öldürmektense ölmeyi tercih ediyorum. Ben burdayım, buyrun…”
5 Ağustos’tan bu yana, işkenceleriyle ünlü İzmir Şirinyer Askeri Cezaevi’nde bulunan İnan Suver ret deklarasyonunu bu sözlerle bitiriyordu.
Hrant gibi “biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce” yaşamayı seçmiş, Hrant gibi burada olmakta ve burada kalmakta iyimser bir inada bağlanmış vicdani retçiler adına bu ödülü almak onur ve cesaret verici. Uluslar arası Hrant Dink Ödülü Komitesi ve jüriye teşekkür ederim.
20 yıldır bu ülkede vicdani retçiler cezaevi-kışla-askeri mahkeme kıskacında bir kısır döngüye mahkum ediliyor, tutuklu değillerse bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tanımıyla “sivil ölüm”e mahkum ediliyorlar. Aslında diyorlar ki bize: ya susun-vazgeçin, ya size vereceğimiz “çürük” raporuyla damgalamamıza izin verin, ya evinize kapanın kendi cezaevinizi inşa edin ya da gidin bu ülkeden.
“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık,” diyor ya Hrant; işte bunu söyleyebilenlere karşı bir sorumluluk hissinden güç alarak devam edebiliyoruz. Retlerini açıklayarak “oyun”un kurallarını tamamen değiştirip hatta oyunu kaldırarak yeni bir ilham veren kadın retçilerden güç alarak devam edebiliyoruz.
Görmezden gelmemekte ısrar eden, mücadelemizi görünür kılabilmek için elini taşın altına koyanlardan güç alarak devam edebiliyoruz.
Her vicdani ret deklarasyonu militarizme karşı mücadele etmek, barışın dilinde konuşmak için kişisel bir taahhütnamedir. Bu ödül ile artık Hrant’a da söz vermiş oluyoruz.
Borcumuz borç Hrant. Tekrar çok teşekkür ediyorum.
Mehmet Tarhan