Amira Hass, 1956’da Kudüs’te, her ikisi de Holokost’tan, toplama kamplarından sağ kurtulmuş olan Romanyalı bir baba ve Yugoslavyalı bir anneden doğdu. Kendi deyişiyle, “ortalama bir aileden gelmiyordu”. Aktivist ve komünist olan anne ve babası, onu ömürlerinin sonuna dek destekledi. Zor koşullar altındaki Filistinlilerle birlikte yaşamayı seçmesi, İsrail resmi politikalarına karşı çıkan yazılar yazması, anne ve babası için isyankârlık, tuhaflık ya da cesaret anlamına gelmiyordu.

Üniversitede tarih öğrenimini yarıda bıraktıktan sonra, 1989’da Haaretz gazetesinde çalışmaya başladı. Önce yardımcı editörlük, sonra muhabirlik yaptı. 1993’ten itibaren işgal altındaki Filistin topraklarıyla ilgili yazılar yazdı. 1993 sonunda Gazze’ye, 1997’de Batı Şeria’daki Ramallah’a taşındı ve hâlâ orada yaşıyor.

‘Gazze’de Denizi İçmek: İşgal Altındaki Topraklarda Günler ve Geceler’ (Drinking the Sea at Gaza: Days and Nights in a Land Under Siege, 2000) isimli kitabı çeşitli dillerde yayımlandı. Ayrıca makale ve köşe yazıları iki kitapta toplandı: 1997-2002 arası Haaretz’te yayımlanan makalelerinden derlenen ‘Ramallah’tan Bildirmek’ (Reporting from Ramallah, 2003) ve İtalyan Internazionale haftalık dergisinde yayımlanan köşe yazılarından derlenen ‘Yarın Daha Kötü Olacak’ (Domani Andrà Peggio, 2005). 

Hass, sorulduğunda, “Filistinliler” konusunda değil –zira bütün bir halkı tanımak zordur– fakat İsrail işgali konusunda uzman olduğunu söyler. Uzmanlık alanlarından biri de, İsrail’in kendine özgü seyahat sınırlamaları kuralları üzerinedir. Filistinlileri hareket özgürlüğünden mahrum bırakan Geçiş Sistemi’nin (Pass System) gelişimi üzerine kaleme almakta olduğu kitabını bir gün tamamlayacağını umut ediyor. 

Annesi, Bergen Belsen toplama kampında bir günlük tutmuştu. ABD’de sol kanattan bir yayınevi, Haymarket Books, daha önce birçok dilde yayımlanmış bu kitabı, yakın bir zamanda yeniden yayımladı. Amira Hass’ın, annesi ve babasının hayatları ile ilgili iki makalesi ve genç bir akademisyen olan Emil Kerenji’nin tarihsel bir makalesi de kitaba dahil edildi.

Bugün bana sunduğunuz hediye ve cesaret için teşekkür etmek çok zor; zira bu ödülü Hrant’ın öldürülmesinin bir sonucu olarak alıyorum. Doğru, bugün Hrant’ın doğum gününü, var oluşunu, varlığını kutluyoruz ama öldürülmüş olmasaydı bu şekilde kutluyor olmayacaktık. 

Hrant’la ve sizlerle başka vesilelerle, daha kolay koşullarda tanışmış olsaydım da yine de bugün hissettiğim aynı kalıcı hüzün ve acı bizleri bağlardı. Bu, benim gibi Alman Cinayet Endüstrisi’nden kurtulmuş kuşağınçocuklarının hissettiği kalıcı hüzündür. Bizi bırakmayan bu hüzün, Ermenileri bırakmayan hüznün aynısıdır.   

Beni buradaki seyirci ile birleştiren bir başka duygu ise öfke; hükümetlerimizin ve otoritelerin başka Halklara yaptıklarına karşı duyduğum bir öfke. 

Hüznü ve öfkeyi kelimelerletarif etmek zor. Bir gazeteci olarak benim bunu söylemem garip bir şey. 

Ancak ben kullandığım kelimeler yüzünden, , son 24 saatte keşfetmiş olduğum üzere, Türkiye’deki gazetecilerin maruz kaldığı -  tehlikelere maruz kalmıyorum. Bizde, İsrail’de 301 yok; resmi politikalar hakkında en sert eleştirileri yayınlayabiliyoruz ve hapis cezasıyla ya da davalarla – apaçık cinayetlere değinmiyorum bile- karşı karşıya gelmiyoruz. Bugün, Birleşmiş Milletlerin Gazze saldırıları üzerine raporu yayımlandı; bu rapor İsrail’in savaş suçları ve muhtemelen insanlığa karşı suçlar işlediğini tespit ediyor. Çalıştığım gazeteden biri “İyi de bu rapor, sizin yazdıklarınızı okumuş hiç kimseyi şaşırtamaz,” dedi. Ancak pek çok kişi  yazıklarımı okumamayı ya da göz ardı etmeyi seçiyor.   

Yani biz, İsrail’in İşgal rejimini gözetleyen İsrailli gazetecilerin yüzleştiği zorlukların mahiyeti farklıdır; duyulmamak ve dinlenmemek. 

Gururumuzdan dolayı değil, acı detayların ve tehlikeli hâkimiyet politikalarının bilincinde olmanın gelecekteki felaketleri önlemek için her zaman bir umut olacağı için duyulmak istiyoruz.