1970’te El Ejido’da doğdu. 2001 yılında Fas’a taşındıktan sonra göçmen topluluklarla yakın ilişki kurdu. Bu temas, yaşamının yönünü belirledi. İspanya ile Fas arasındaki, her geçen gün daha tehlikeli hale gelen göç rotalarında, insan hayatının hiçe sayıldığı koşulları belgeledi, iz sürdü, yardım çağrılarına karşılık verdi.
Gazetecilik ve araştırma kariyeri boyunca, Kuzey Afrika ve Güney Avrupa arasındaki ölümcül sınır geçişlerini belgeledi. 2002 yılında Caminando Fronteras (Yürüyen Sınırlar) adlı sivil toplum örgütünü kurdu. Kuruluşun oluşturduğu “ölüm raporları”, Avrupa-Afrika batı sınırı göç rotasını izleyerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken hayatını kaybeden göçmenlerin izini sürerek aileleriyle iletişime geçmeyi, kayıpları belgelemeyi ve devletleri sorumlu tutmayı amaçlıyor. Aynı zamanda İspanya ve Fas hükümetlerinin göç politikaları çerçevesinde işbirliğiyle yürütülen yasa dışı geri itmeleri ve şiddetli sınır müdahalelerini ifşa ediyor.
2017 yılında, Fas yargısı tarafından kaçakçılık ile yasa dışı göçe aracılık etmekle suçlandı. Bu suçlamalar, ömür boyu hapis cezasına neden olabilecek nitelikteydi. Suçlamalar, 2012 yılında yargı denetimi olmaksızın başlatılan ve temel haklarını ihlal eden bir soruşturmanın parçasıydı. Bu suçlama uluslararası çapta büyük tepki çekti. Çok sayıda insan hakları örgütünün dayanışma çağrısı sonucu dava 2019 yılında düştü, ancak 2021’de Fas’tan sınır dışı edildi. Fas’ta göçmen kadın ve çocuklara destek olurken suikast girişimine maruz kaldı. Ölüm tehdidi aldı. 37 ayrı saldırı, tehdit, takip, telefon dinlemesi ve evine yapılan baskınlar, tek bir yılda, 2020-2021 arasında mâruz kaldığı sistematik baskının boyutlarını gözler önüne serdi. Bu saldırılar, onun ve kızının hayatını tehlikeye attı.
Avrupa Birliği’nin göç politikalarının şeffaflık ve insan hakları temelinde dönüşmesi için çalışan küresel kampanyalara yön verdi. Yürüttüğü çalışmalarla 20’den fazla ödüle layık görüldü.
Hayatını, sınırların görünmeyen şiddetini görünür kılmaya ve göçmenlerin yaşam hakkını savunmaya adadı. Kurduğu dayanışma ağları sayesinde göçmenleri yalnızlık ve görünmezlikten çıkararak, hak öznesi olarak tanınmalarını ve savunulmalarını hedefleyen kolektif bir zemin inşa etti.
Bu teşekkür konuşmasını, El Cezire’nin Gazze muhabiri Anas Al-Sharif’in ve soykırımı haberleştirdikleri için öldürülen diğer gazeteci arkadaşlarının katledildiği haberinin geldiği gün yazıyorum. Onlar, günümüzde tüm dünyada kuşatma altına alınan haber alma özgürlüğünü ve insan haklarını savunurken can veren cesur tanıklardı. Bizim gibi gazeteciler, ki ben de bir gazeteciyim, biz o durumda ne yapardık diye soruyorum kendime. Bombalara, açlığa, susuzluğa, topraklarımızın tamamen yok edilmesine karşı direnme cesaretini gösterebilir miydik?
Anas ve diğer birçokları, insanlıktan çıkmış, çökmekte olan bir dünyaya karşı direnişin sembolleri haline geldi. Soykırım bu gidişatın en açık kanıtı. Filistin halkının mücadelesi ise karanlıkta bir umut ışığı.
Bu ödül özel bir ödül, zira soykırımdan sonra yeniden ayağa kalkmış bir halkın direnişinden doğmuş. Yeniden ayağa kalkmış, topluluklarını yeniden kurabilmiş, kültürünü canlı tutabilmiş ve tüm dünyaya hafızanın bir yaşam biçimi ve adalete giden yol olduğunu göstermiş bir halkın ödülü. Hrant Dink de tam olarak hakikati, hafızayı ve halklar arası bir arada yaşamı savunduğu için öldürüldü. Bu nedenle, tekrar etmek isterim. Bu ödül benim için büyük bir onur. Bu ödül için şükranlarımı sunuyorum. Bu ödül, yeniden filizlenen köklerden doğduğu için anlamlı bir ödül. Size sonsuz hayranlık ve saygı duyuyorum.
Kendimizi kandıramayız. Belirsizliklerin hüküm sürdüğü bir çağda yaşıyoruz; dehşetin karanlık iblisleri artık hayatımızın gündelik yoldaşlarına dönüşmüş durumda. Ekstraktivist yağmacılar, işgal altındaki topraklardan zeytin ağaçlarını sökerek, Kongo’nun derinlerinden çocukların elleriyle koltan çıkararak, maden uğruna toprakları yakarak ve suya ulaşmak için nehir kıyısına yaklaşanları kurşunlayarak dünyayı kelimenin tam anlamıyla kanatıyor. Bütün bunlar olurken, ölüm ve kıtlık getiren, önümüzdeki yıllarda insanların göç hareketlerinin seyrini belirleyecek olan iklim krizinin varlığı inkâr ediliyor. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve “öteki”ne duyulan nefret, ölümü kutsayan uğursuz bir mantraya dönüşmüş durumda. İnsanlıktan çıkarma ise dizginsizce yayılıyor, bereketli topraklarda kök salıp serpiliyor. Sınır bölgelerinde bunu çok iyi biliyoruz: Nekropolitikanın nasıl hukuksuzluk alanları inşa ettiğini, hangi hayatların “harcanabilir” olarak seçildiğini, doymak bilmez ve sömürücü bir sistem için hangi canların önemsiz kılındığını anlıyoruz. Sınırlar, tek taraflı kurbanların verildiği, düşük yoğunluklu bir savaşın sahnesi; failler, katiller ise dehşet verici bir cezasızlığın keyfini sürüyor. Sınır bölgeleri, silah şirketlerinin göç kontrolüne yatırım yaptığı, göçü çifte kazanca dönüştürdüğü mekânlar: önce insanları yerinden ediyor, sonra kaçarken onlara dayanılmaz acılar ve ölümler yaşatıyorlar. Sırf hareket etme haklarını kullandıkları için insanları öldürüyor ya da ölüme terk ediyorlar.
Adının anılmasını bile hak etmeyen dünyanın yeni kâhyası, bir başka soykırım üzerine kurulmuş bir imparatorluğu yönetiyor. Bu soykırımla yerli halkları hedef alırken, köleleştirilmiş binlerce Afrikalının kanını sömürerek bunu yapıyor. Sözünü ettiğim bu kişi, hareket etme cesareti gösterenler için timsahlarla çevrili hapishaneler inşa etmekle övünüyor. Onun polisleri ise, çocuklarını okuldan almaya giden anneleri tutukluyor; sırf göçmen oldukları için insanları üçüncü ülkelerdeki gözaltı merkezlerinde kaybediyor.
Sınır rejimi dünyanın her yerinde benzer vaziyette. “Kale Avrupa”, duvarlar ve ölümcül tel örgüler inşa etti; Kuzey Afrika ülkelerini dünyanın jandarması gibi hareket etmeleri için taşeronlaştırdı; Akdeniz ile Atlantik’te görünmez sınırlar çizdi. Hukuksuzluk alanlarının inşa süreci ise insanların mağdur edilmesi, kriminalize edilmesi ve nesneleştirilmesi ile birlikte yürütüldü.
Bu forum ve bu ödül, hareket etme hakkını ve insanca yaşama hakkını baltalayan nüfus kontrol politikaları etrafında oluşturulan hukuksuzluk alanlarını ifşa etme fırsatı sunuyor.
Bizler buradayız. Göçmen ölümlerinin ve sömürüsünün şirketler için bir iş fırsatına dönüşmesini kınamak için buradayız. Sınırda insanları her gün öldüren gözetim teknolojisinin büyük bir kısmının Siyonist kökenli olması ve ilk olarak Filistin halkı üzerinde denenmiş olması, ardından diğer suçlu devletler tarafından satın alınmış olması bir tesadüf değildir.
Bizler buradayız. Çünkü ölümü ve acıyı besleyen ideolojinin temelini oluşturan ırkçılıkla yüzleşmek istiyoruz. Bizler buradayız çünkü Caminando Fronteras adlı kuruluşumuz tarafından 2018’den bu yana İspanya ve Afrika sınırlarında hayatlarını kaybettikleri belgelenen 31.258 kişinin ve her gün sınır bölgelerinde hayatlarını kaybeden binlerce kişiyi onurlandırmak istiyoruz. Onların hafızası bizi ayakta tutuyor.
Onların anısına duyduğumuz saygı gereği, umutsuzluğa veya korkuya teslim olamayız. Hayatın ve dayanışmanın kökleri pek çok cepheden saldırı altındayken, ilerlemenin yolu haysiyetten geçiyor.
Bizden önce bizim için yolu açanların mücadelelerini hatırlamalıyız. Bugün her ne kadar korkutucu olsa da, aynı zamanda sevgi ve umutla dolu. Atalarımızı bu mekâna taşımalıyız, çünkü genlerimiz onların mücadelelerinin hafızasını taşıyor.
Canlarını ortaya koyup mücadele eden kadınlara ve çocuklara teşekkür etmeliyiz. Sürekli devam eden saldırılar ve soykırımlar karşısında, kadınlar her hareketi bir devrime dönüştürerek günlük yaşamı mümkün kılıyorlar. Bunu, geçmişten süzüp getirdikleri bilgelikleri üzerine inşa ederek ve kendi gerçeklerine bağlı kalarak yapıyorlar.
Bunca yılın acılarla örülmüş geçmişine baktığımda, acıya karşı dimdik duran binlerce insanda sevgiyi buldum. Hayatını kaybeden yakınlarını onurlandırmak için onları anan, onlar için yas tutan, dua eden ailelerde ve topluluklarda sevgiyi buldum. Onların anısını yaşatmak için yas tutuyor ve dua ediyorlar. Hepsine teşekkür etmek istiyorum, çünkü hepsi içimde yaşıyor ve hayatları beni dönüştürüyor. Bize hâlâ zulmedenlerin önünde düşmeme izin vermeyen sizlere de teşekkür etmek istiyorum. Bu mücadeledeki yol arkadaşlarıma, hayatlarının hiçbir anında inançlarını yitirmedikleri için şükranlarımı sunuyorum. Biz dimdik durmaya ve hendekleri hayat ve mücadeleyle doldurmaya devam ediyoruz. Birçoğumuz, devletlerin ölümle işgal ettiği yerleri hayatla doldurmaya kararlıyız. Tüm sınırların duvarlarını ve tel örgülerini sarsacak silahlarımız ve haysiyetimiz var. Bugün, bir arada tek vücut olduğumuzu göstermenin ve hakların eğer herkes için geçerli değilse hak olmadığı mesajını vermenin günüdür.
Bizler, çocuğu sınır kontrolünde gördüğü şiddetle kollarından koparılan, kendisi de ihlal edilen, aşağılanan ve istismara uğrayan anneleriz. Bizler, annesinin kucağından ayrıldıktan sonra tek başına Atlantik’i geçen çocuklarız; batmakta olan bir lastik botta saatlerce yardım çağırdığı halde göz göre göre boğulan ve kurtarılmayan çocuklarız. Bizler, Tarajal’daki kimsesizler mezarlığında on yıl boyunca yatan kemikleriz. Sevdiklerinin bedenlerini teşhis etme, arkalarından yas tutma ve naaşlarını memleketlerine geri getirme hakkı verilmeyen aileleriz. Bizler, aile üyelerince çaresizce aranan sahildeki cesetleriz. Biz, o duvarların ve tel örgülerin ardında “kaybedilen” herkesiz. Bizim hakkımızda hiçbir şey bilmediklerini iddia ediyorlar, ancak biz asker ve polis kontrolü altında kaybedildik. Bizler, sevdiklerini arayan, karakollardan kovulan ve itibarsızlaştırılan aileleriz. Bizler, zorla kaybedilen sevdiklerinin çetelesini tutan ve ölüleri için yas tutan topluluklarız. Bizler, harcanabilir hayatlarız. Bizler, “kaçak”, “istilacı”, “fahişe”, “zenci”, “refakatsiz çocuk”, “kötü anne”, “yasadışı göçmen” ve “kaçakçı” diye yaftalanan, aşağılanan ve küçük düşürülen binlerce kurbanız. Bizler, soykırımlardan sağ kalanlarız. Biz, hepsiyiz.
Bugün, artık utancın kurbanlarda değil, faillerin ve suçluların tarafında olduğunu herkes adına haykırıyoruz. Ve onlar her ne kadar cezasızlığın keyfini sürseler de, alçaklık ve suçluluk taşıyorlar. Ne kadar gizlemeye çalışsalar da, sayısız masum insanın kanı, onların infazcı ellerinden akmaya devam ediyor. İşte bu yüzden, bugün ve her daim, kurbanlara minnet duyuyoruz; çünkü onların hafızası bizi ayakta tutuyor. Kurbanların sevdiklerine minnet duyuyoruz; çünkü onlar bize duvarları yıkma gücü veriyor ve geleceğe güven duymamızı sağlıyor. Her gün yaşam için savaşan ve mücadele edenlere selam olsun. Teşekkürler, kız kardeşlerim. Sınırların olmadığı bir dünya için, yaşasın özgür Filistin!