13 Kasım 1995’te, İstanbul ve çevresine yayın yapan bölgesel radyo istasyonu olarak kuruldu. Bugüne kadar, çoğunu 1300'den fazla gönüllü programcının ürettiği 1200'ün üzerinde program yayınladı. Topluluk radyoculuğu alanında nadir görülen bir örnek olan bu radyoda programların yüzde doksan dokuzunu gönüllüler hazırlayıp sunuyor. Geniş bir yelpazede çeşitlilik gösteren programları, ekoloji, ekonomi, sosyoloji, psikoloji, siyaset, felsefe, edebiyat, şiir, bilim, tarih, arkeoloji, antropoloji, temel hak ve özgürlükler, aktivizm gibi pek çok konuyu kapsıyor. Müzik programları, dünyanın çeşitli köşelerinden çok farklı türlerden ve müzik kültürlerinden örnekleri dinleyiciye aktararak zengin bir çoğulculuk sergiliyor.

Radyo programlarında özellikle, gezegenin geleceği, küresel iklim krizi, savaş ve barış, hak mücadelesi, aktivizm ve deprem gibi başlıkları işliyor. Küresel iklim krizine karşı uyarı çanlarını yıllardır çalan radyo, bu alanda öncü yayınlar yaptı. Yayın hayatı boyunca insanları iklim değişikliğine karşı harekete geçmeye teşvik etti. Türkiye’de iklim değişikliği karşıtı ve iklim adaleti savunucusu hareketlere öncülük etti, çok sayıda etkinlik ve mitingi canlı yayınlarla yansıttı, mevcut hareketlerin görünürlüğünü artırdı. 2005 yılında Kyoto Protokolü’nün imzalanıp onaylanması için dünyanın birçok ülkesiyle birlikte İstanbul’da yapılan mitingin örgütlenmesinde pek çok programcısı aktif rol aldı. Bu konuda yapılmış ilk uluslararası miting olan bu etkinliğin İstanbul ayağı, Londra’dakinin ardından, dünyadaki ikinci en yüksek katılımlı miting oldu. Radyo, 2014’te yeryüzünün dört bir yanından New York’a gelen 400 bin kişinin katıldığı tarihi Halkların İklim Yürüyüşü'nden eşsiz bir yayın maratonu gerçekleştirdi.

Kâr amacı gütmeyen radyo, karşılaştığı onca engele rağmen bağımsızlığını koruyarak, hiçbir çıkar grubuna bağlı olmadan çalışmalarına devam etti. Bağımsızlık, çeşitlilik ve ifade özgürlüğü ilkelerine hep bağlı kaldı. Bağımsızlığının sürdürülebilir olması için 2004 yılında Dinleyici Destek Projesi’ni başlatarak kurucuların ve gönüllü programcıların kolektif çabasının, dinleyicinin katılımı ile tamamlanmasını sağladı. Böylece dinleyicilerin sürekli maddi katkısı – ve fikrî katılımı – ile sürdürülebilir, kalıcı bir mecra oldu. Türkiye’de ve uluslararası alanda toplam 60 ödüle layık görülen radyo, 239 programcının ürettiği 142 farklı programıyla halen 7 gün 24 saat yayınına devam ediyor.

Bağımsız müziği tanıtma ve yerel sanatçıları desteklemeye özen gösteriyor. Sosyal ve kültürel alanda, yerel sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve kültür kurumlarıyla işbirlikleri kuruyor. Çalıştaylar, kültürel etkinlikler, şenlikler, sergiler ve halka açık forumlarla toplumun farklı kesimleri arasında diyaloğu teşvik ediyor.

Merhaba Herkes,

Müteveffa oğlum Cem Madra’nın yaklaşık 30 sene önce ortaya attığı delice fikre 92 kişiyi de her nasılsa ortak etmeyi başararak kurduğumuz topluluk radyosu Açık Radyo, bu yıl uluslararası Hrant Dink Ödülü’ne layık görüldü.

Radyomuzun ve programcılarımızın yıllar içinde layık görüldüğü ulusal ve uluslararası ödüllerin 61incisi ve şüphesiz en değerli olanlarından biri bu. Ödülü tüm radyo ekibi adına almaktan duyduğum gurur ve mutluluğu size tarif edemem.

Açık Radyo, yüzde 99’u gönüllü çalışan ve toplam sayıları artık 1400’ü aşmış bulunan programcılarıyla birlikte neredeyse 29 yıldır dünyanın ve ülkenin en can alıcı haberlerini yorumlarıyla birlikte dinleyicisiyle paylaşma gayreti içinde: En âcil meseleler üzerinde satır-aralarında kıtalar-arası yolculuklar, kuşaklar-arası sohbetler gerçekleştirmeye çalışıyor.

Ayrıca, dünyanın neredeyse tüm müzik türlerini, neredeyse tüm dillerde (hatta yokolan dillerde bile) söylenen, bilinen tüm müzik aletleriyle çalınan şarkılarını, yeryüzü canlılarının (kurtların, kuşların, balinaların, balıkların…) seslerini, lakırdı ve takırtılarını tüm toplumla paylaşmaya girişiyor.

Tüm bu sesler, tınılar, düşünceler, yorumlar, şiirler, şarkı ve türkülerle, anlatılması elzem olan hikâyelerle dinleyicisini olabildiğince enforme edip ona bir çeşit esin kaynağı olmaya ve böylelikle ortak bir çabayla dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan bir kurum.

Ona bir “müşterek” de diyebilirsiniz pekâlâ. Ormanlar, parklar, bahçeler, kütüphaneler gibi... (Kütüphane demişken, radyomuzun kültür-müzik-edebiyat-sanat-antropoloji-şehircilik ve benzeri konulardaki binbir programından türeyen 27 kitaba, yarın bir yenisinin ekleneceğini, müteveffa programcımız film eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan’ın sinema programlarından aktarılan bu kitapla AR kütüphanesinin biraz daha zenginleştiğini bu vesileyle sizlere taze haber olarak aktarayım.)

Radyomuzun 1995 yazında yayınlanan manifestosu “Haysiyetli işler yapmak lazım” diyor. Ve devam ediyor: “Hiçbir çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz. Olsa olsa, dünyadaki ‘meraksızlık’ sendromuna, geçici bazı çareler getirmeye çalışabiliriz. Size bir şey vermek istemiyoruz; mümkün olduğu oranda sizden bir şeyler almak istiyoruz. Çünkü bu, bizim ortak projemizdir.”

Evet, Radyomuz o gün bugündür bağımsız yayıncılığını esas olarak dinleyicisinin desteği yani kişisel sponsorluğu ile gerçekleştirme uğraşını var gücüyle sürdürüyor. 20 yıl önce başlattığımız dinleyici destek projesinin hemen başında konuğumuz olan sevgili dostumuz ve programcımız Hrant bakın nasıl tarif ediyor bu radyoyu:

"Açık Radyo benim için belki bir cümle şöyle söyleyeyim: Türkiye'nin yozlaşmış entelektüel performansının bence kendini koruyabilmiş, kendini estetize edebilmiş, kendini bir köşede yoğunlaştırabilmiş yegâne sığınağıdır diyebilirim. Yani savunma alanıdır diyebilirim. Öyle düşünüyorum. Başından beri koymuş olduğu programlarla, ülkelerle ve o kitlesiyle, kucakladığı kitlesiyle, konuklarıyla, müziğiyle, kültürüyle her şeyiyle sıradanlığın değil, sıradışılığın ama aynı zamanda da olağanlığın, olması gerekenin tek yapılabildiği yer gibi gözüküyor benim görebildiğim kadarıyla."

(Hemen şunu ekleyelim: Sevgili Hrant’tan bizlere miras kalan Agos gazetesine Açık Radyo’da 2012’de açtığımız pencere “Radyo Agos” da neredeyse 12 yıldır püfür püfür taze hava estiriyor.)

Ana hedefimiz özgür, demokratik, eşit ve barışçı bir toplumun var edilip yaşatılması için mütevazı bir katkıda bulunmaktan ibaret.

Barış mesela. Daha ilk yayın gününden itibaren, o sırada keskin nişancıların amansız ateşi altında inleyen Bosna-Hersek’ten sivillerin günlük hayat-ı hakikiye hikâyelerini içeren “Saraybosna Günlüğü”nü aylarca canlı olarak naklen yayınladık. ABD öncülüğünde Batı ülkelerinin 2003’deki Irak istilasına karşı daha 17 ay öncesinden başlayarak tavır aldık, 15 Şubat 2003’te tarihin en büyük barış protestolarından birini müteveffa dostumuz şair ve aktivist Roni Margulies Londra’dan canlı nakletti. 1 Mart’ta ise Kızılay Meydanı’nda onbinlerin savaşa ve tezkereye karşı protesto sedalarını canlı yayında ilettik. Maalesef önlenemeyen bu saldırı savaşının getirdiği yıkımın hesabının sorulması için toplanan Irak Dünya Mahkemesi’nin Darphane-i Âmire’deki son oturumlarını da üç gün boyunca gene canlı yayında naklettik.

Onu takip eden yıllarda bu en temel meseleye ilişkin yayınlarımızı hiç aksatmadık, ülkede ve dünyada, deyim yerindeyse “barış bayrağını” şu günlere kadar “elden düşürmedik.”

2001 yılında faaliyete geçen Açık Radyo web mekânının kuruluş manifestosunda da şu dileği dile getiriyorduk: “Sahip olmamız gereken en temel değerlerden özgürlük ve demokrasinin ‘yalnız kendi başlarına bir değer olmakla kalmayıp, muhtemelen varlığımızın sürdürülmesi için de zorunlu birer unsur’ olduğunu ispat etmek için düşünmek...” Açık Radyo internet mecrası, podcast’ları, seçme makale, çeviri ve yorumları, yayınların bir kısmının transkripsiyonları, dinleyici mektupları ve dikkatle seçilmiş görsel malzemeleri ile radyonun bu alandaki öncü çabalarının iyi bir “dijital aynası” olarak günümüze kadar geldi.

Noam Chomsky ile 2002 sonunda yaptığımız derinlemesine mülakatta, ünlü düşünür ve aktivist, özgürlükleri savunmak açısından Türkiye entelektüellerinin Batılılar için birçok açıdan esin kaynağı olması gerektiğini ve Batı kültüründe bunun bir örneği olmadığını dile getirecekti:

"Örnek olarak Türkiye'yi ele alalım. Türkiye birçok açıdan batılı entelektüeller için bir esin kaynağı olmalıdır. Entelektüel sınıfın hatırı sayılır bir kesiminin, yazarların, sanatçıların, gazetecilerin ve başkalarının yalnızca özgürlük ve ifade özgürlüğü için mesela sesini yükseltmekle kalmayıp aynı zamanda bu konularda fiilen bir şeyler yaptıkları tek ülke Türkiye'dir bildiğim kadarıyla. Yani sürekli tehdit ve tehlikeler altında yapıyorlar bunu. Yaşar Kemal gibi birine nerede rastlayabilirsiniz ki? Dünya çapında üne sahip bir yazar düşünce özgürlüğü için sesini yükseltmeyi ve bunun bedelini ödemeye, acısına katlanmaya hazır. Batı'da böyle birini bulabilir misiniz? Ya da İsmail Beşikçi mesela. Bu adam 15 - 20 yıl hapiste yatma cezasını göze aldı ve buna katlandı. Kendi devletinin yaptığı zalimliklere karşı gerçekliği dile getirmek adına. Böyle birini batıda görebilir misiniz? Üstelik böyle insanların kocaman bir listesi var. Yazarlar, çizerler, gazeteciler, milletvekilleri. Leyla Zana gibi. Bu insanlar düşünce ve ifade özgürlüğü hakkında konuşmakla kalmıyorlar sadece, devamlı olarak bir şeyler de yapıyorlar günden güne. Ve gerçek tehlikelerle yüz yüze geliyorlar. Batı kültüründe böyle bir şey yok. Bütün tarihinde olmadığı gibi batının, günümüzde hiç yok."

Bir diğer konu: Deprem. “Depremler ülkesi” Türkiye’de Açık Radyo’nun bir “deprem radyosu” şeklinde çok özel bir yayın faaliyeti gerçekleştirdiğini de burada söylemek gerekir herhalde. 17 Ağustos 1999’daki Gölcük depreminin ilk birkaç saatlik şaşkın salaklığını üzerimizden attıktan sonra ARDİM’i oluşturduk: Tüm formatı değiştirdik ve radyoyu tam iki ay boyunca kesintisiz bir “telsiz haberleşmesi”ne dönüştürüp “ihtiyaçlarla imkânları buluşturan bir köprü” olmaya çalıştık. Ana slogan: “Çatlakları Sıvama, Sıvatma!” idi. “Deprem Radyomuz” 12 uluslararası gazetede, BBC radyolarında ve TV kanallarında “haber” ve referans kaynağı oldu. Deprem ve afetlere hazırlık ve yardım konusundaki “Altın Saatler” programımız o günden beri 24 yıldır kesintisiz devam etmekte. 2023’ün 6 Şubat’ında Maraş merkezli büyük depremlerden sonra aylar boyunca, depremlere ilişkin günlük programlar gerçekleştirdik. Birçok programcımız yerlerini “Altın Saatler”e devretti; bir bölümü halen sürdürülmekte.

Son olarak: İklim krizi! Kelimenin her anlamıyla en can alıcı hikâye. Genç iklim aktivisti Greta Thunberg’in editörlüğünü yaptığı İklim Kitabı”nda dediği gibi: “Dünyanın en büyük hikâyesi; sesimizin ulaşabileceği her yerde, hatta daha da ötelerinde konuşulması şart olan hikâye.”

Neredeyse kuruluş yıllarımızdan başlayarak gittikçe ve hızla artan bir yoğunlukta hem söylemimizle hem eylemimizle bu hikâyeyi anlatmaya, kitlelerle paylaşmaya çalıştık. İklim zirvelerini Kopenhag’dan itibaren ısrarla takip ettik. New York’ta Manhattan adasını kaplayan 400 bin aktivistin dev dalgasında “surf” yaptık, “ben büyüyünce de yaşamak istiyorum” pankartı taşıyan küçük çocuğa mikrofon tuttuk. Elimizden hiç düşürmediğimiz pankartta: “İklimi Değil, Sistemi Değiştir!” yazıyordu.

2018 sonbaharında 15 yaşındaki Grevci Greta’nın “tarih değiştiren” okul grevini 2 gün sonra mikrofonlarımıza ve web sitemize taşıdık ve ondan sonra da daima takipte kaldık. 2 ay sonraki iklim zirvesinde Polonya’da yakaladığımız iklim aktivisti, Açık Radyo mikrofonuna şöyle dedi:

"Türkiye'deki gençlere mesajın nedir? Türkiye'de de çok sayıda genç iklim aktivisti var. Onlara ne mesaj göndermek isterdin diye soruyor Ümit Şahin.

Greta: Şu anda neler olduğunu anlamaya ihtiyacımız var. Bizden yaşlı kuşakları yarattıkları ve bizim de içinde yaşamamızı bekledikleri bu keşmekeşten sorumlu tutmamız gerekiyor. Ve sesimizin duyulur olmasını sağlamamız, değişim sağlamaya çalışmamız gerekiyor. Çünkü tehlikede olan geleceğimiz."

Ve işte evet. 28 yıl boyunca sayısız programda kuzey kutbundan güney kutbuna, tropikteki yağmur ormanlarından yüce karlı dağlarda eriyen buzullara, oradan en derin deniz diplerine, cehennemî yangınlarla kasıp kavrulan kadim ormanlardan kömür için hunharca kesilen Akbelen ağaçlarına uzanan destansı bir yayın yolculuğu bu. Greta gibi söylersek: “Bu hikâyeyi herkese anlatmanın ve hatta belki de onun sonunu değiştirmenin zamanı hepimiz için geldi artık.”

Yayınlarımızın ülkedeki genç iklim aktivistlerinin bazılarının yetişmesine önayak olduğunu da söyleyebiliriz pekâlâ. 11 yaşında iklim krizini Açık Radyo’dan duyan bir çocuk şimdi dünyadaki sayısız genç iklim aktivistiyle düzenli röportajlar yapıyor, iklim eylemlerinde başı çekiyor, siyasi yöneticileri harekete geçmedikleri için dava edenler arasında yer alıyor ve haftalık radyo programını “kendinize, sevdiklerinize, gezegenimize iyi bakın!” diye kapatıyor.

İlginç ve güzel bir “tarihî” rastlantı da şu: Yangınlar, seller ve kuraklıkla geçen azgın, dehşetengiz bir yazın ardından gezegen 4 nala felakete koşarken tam da bugün, yani 15 Eylül’de dünyanın tüm kıtalarında, binlerce şehirde, milyonlarca iklim aktivisti fosil yakıtlara son verilmesi ve iklim adaleti sağlanması için greve gidiyor.

Son Söz: İklim yıkımı, yıkıcı savaş ve çatışmalar, gittikçe büyüyen mülteci sorunu, en büyük “savunma silahımız” olan demokrasinin pek çok yerde darbeler alması, bunları alabildiğine saran riyakârlık, sahtekârlık, ahlaksızlık, habaset ve yalan furyası ile birlikte bir kâbusa dönüşmekte olan dünya ortamında Açık Radyo şaşmadan yoluna devam etme çabasında. Öyle iğrenç bir ortam olabiliyor ki bu, eskilerin “Edep Yahu!” sözünü tekrarlamadan edemiyor insan! Ama ânında toparlanıp kendimize dönüyor, ÖDEB yahu! Diyoruz: “Özgürlük, Demokrasi, Eşitlik, Barış!”gezegen

Bu ödüle layık görülmemiz müthiş bir kıvanç ve mutluluk kaynağı. Ödülü, bugüne kadar emeği geçen tüm programcılar ve ezici çoğunluğu benden en az bir kuşak küçük olan tüm değerli çalışma arkadaşlarım adına kabul ettiğimi söylemeliyim.

Hepinize sonsuz teşekkürler.

Hrant’ın eski ve yeni arkadaşlarına en içten sevgi, saygı ve selamlar.

İyi ki doğmuşsun Hrant!

Ömer Madra, 15 Eylül 2023