MOZN HASSAN 1979’da Mısırlı bir ailenin çocuğu olarak Suudi Arabistan’da doğdu. 14 yaşındayken ailesiyle birlikte Mısır’a döndü. İskenderiye Üniversitesi’nden Yunan ve Roma Araştırmaları alanında lisans; Kahire ve Kahire Amerikan üniversitelerinden, sivil toplum ve insan hakları alanlarında yüksek lisans derecesi aldı. Halen, Kahire Amerikan Üniversitesinde toplum psikolojisi alanında yüksek lisans eğitimine devam ediyor.

2007’de, on genç kadın aktivistle birlikte Mısır’da Nazra Feminist Araştırmalar adlı sivil toplum örgütünü kurdu. Nazra, toplumdaki güç ilişkilerinin kadınların siyasi, sosyal ve ekonomik durumu üzerindeki etkilerine dikkat çeken çalışmalar yapıyor. Kadınların Siyasi Katılımı Akademisi’yle, sendikaların, siyasi hareketlerin, partilerin, yerel yönetimlerin ve öğrenci birliklerinin feminist bakış açısını içselleştirmesi, kadın adayların bu yapılarda daha çok söz sahibi olması için çaba gösteriyor. Feminizm Okulu’yla, gençlere bireysel özgürlükler ve toplumsal cinsiyet konularında eğitim veriyor. Toplumun çeşitli kesimlerini feminizmle tanıştırabilecek sanat çalışmalarına destek oluyor. Mısır’daki feministlerin hikâyelerini toplayıp yaygınlaştırıyor. Hak savunucusu ve siyasetçi kadınlara, kamusal alanda ve siyasette maruz kaldıkları şiddet ve ayrımcılığa karşı verdikleri mücadelede destek oluyor.

<p">Hem Nazra aracılığıyla, hem de bireysel olarak, 2011’de Mısır Devrimi sırasında Tahrir Meydanı’nda yaşanan insan hakları ihlallerini belgeledi. Tahrir Meydanı’nda şiddete ve toplu tecavüze uğrayan kadınların haklarını korumak için yerel örgütlenmelerle birlikte çalıştı. Kadınlara tıbbi, psikolojik ve hukuki destek vermek için yürütülen çalışmaları koordine etti. Devrim sonrasında, cinsel şiddete uğrayan kadınlar için bir acil yardım hattı kurdu. Cinsel şiddet davalarının takipçisi oldu.

Devrimin ardından kadın örgütlerinin oluşturduğu koalisyonda yer alarak, Mısır Anayasası’na kadın haklarının dâhil edilmesinde önemli rol oynadı. Nazra’daki çalışma arkadaşlarıyla birlikte, Ulusal Kadın Konseyi, Ulusal İnsan Hakları Konseyi ve Adalet Bakanlığı’yla işbirliği yaparak, yasalar ve siyasi kararlarda kadın haklarının gözetilmesini ve Mısır polis teşkilatı içinde, kadına yönelik şiddetle mücadele için özel bir birim kurulmasını sağladı. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası platformlarda, Mısır’daki kadın hakları ihlallerini, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı gündeme getirdi. 2015’te, Ortadoğu ve

Kuzey Afrika’da Kadın İnsan Hakları Savunucuları adlı sivil toplum örgütü koalisyonunun ve Arap Ülkeleri Kadın Politikacılar Birliği’nin kurulmasına önayak oldu.

2011’de, kadınların “sorumsuz bir özgürlük” kazanmasına destek olduğu ve Nazra’nın yasadışı olarak yabancı fonlar aldığı gerekçesiyle, hakkında soruşturma başlatıldı. 2016’da seyahat hakkı kısıtlandı. Kendisinin ve Nazra’nın mal varlığının dondurulması nedeniyle Nazra ofisini kapamak zorunda kaldı. Tüm engellemelere rağmen, kadın hakları ihlallerinin son bulması ve ihallerin görünür kılınması için mücadele veriyor.

Öncelikle, Hrant Dink Ödülü’ne layık görüldüğüm için müteşekkir olduğumu belirtmek isterim.

Daha önce, kadınlara ve diğer savunmasız gruplara yönelik her türden ayrımcılığa karşı verdikleri mücadeleler vesilesiyle bu ödülü alan, dünyanın çeşitli yerlerinden feministlerin arasına katılmış olmaktan onur duyuyorum.

Hrant Dink, demokrasi ve insan haklarına; daha adil ve hoşgörülü bir dünya yaratmak için barışın diliyle iletişim kurmanın ve farklı seslere alan açmanın önemine samimiyetle inanıyordu.

Türkiye’de Ermeni toplumunun karşılaştığı eşitsizliklerden ve demokrasi gerekliliğinden söz ettiği için, Türk Ceza Kanunu’nun, Türklüğü aşağılamayı ve Türkiye Cumhuriyeti’ne hakareti suç olarak düzenleyen 301. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle yargılandığı dönemde, 2007 yılının Ocak ayında suikasta uğradı.

Bu ödül Hrant Dink’in hayatını ve idealleri uğruna kesintisiz olarak verdiği çabayı onurlandırmanın yanı sıra, barışçıl bir değişim için mücadele etmenin genellikle bir bedel ödemeyi gerektirdiğini, böylesi bir mücadelenin güvenliğimizi, kişisel ve mesleki hayatlarımızı tehlikeye attığını gözler önünü seriyor.

Bütün bu bireysel risklere rağmen, özellikle de feministlerin ve kadın insan hakları savunucularının otoriter liderler tarafından hedef alındığı bu dönemde, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine, kadınlara yönelik ayrımcılığa, baskılara ve cinsel şiddete karşı mücadele etmenin elzem olduğuna inanıyorum.

Daha geçen ay, Türkiyeli Kürt avukat Ebru Timtik, adil yargılanma talebiyle 238 gün boyunca sürdürdüğü açlık grevinin ardından hayatını kaybetti. Bize insanın, kendi haklarını ve başkalarının haklarını savunmasının bizatihi tehlikeli bir eylem olduğu bir dünyada savaşmanın nasıl bir duygu olduğunu hatırlatan bir örnek bu.

Dünyanın çeşitli yerlerinde hüküm süren diktatörlere rağmen bugün aranızda bulunmak, kendi ülkem Mısır ve diğer Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde asıl olarak kadın insan hakları savunucularına yönelik şiddet ve kadınlara yönelik cinsel şiddet konusundaki çalışmalarım vesilesiyle bu prestijli ödülü almak, bu davayı onurlandırıyor.

Önyargılara, cinsiyetçiliğe ve ayrımcılığa karşı çıkmak, bir feminist için, çok çeşitli zorlukları olan, sürekli bir mücadele niteliği taşıyor. Kadınlar kendi hareketlerini oluşturmak ve korumak için tarih boyunca yalnızca ataerkil kültürlere ve pratiklere karşı savaşmadı; ataerkil, otoriter rejimler altında, kökten dincilerin arasında çalıştılar ve mücadele ettiler.

Feministler dünyanın her yerinde büyük baskılara maruz kalırken, bu zorlukların üzerine küresel bir kriz, COVID-19 salgını geldi. Bu kriz mevcut eşitsizliklere yenilerini ekleyerek, feministlerin, her tür ayrımcılıkla savaşmaya çalışırken karşı karşıya kaldıkları gerçekliklere dair soruları gündeme getiriyor.

Bizler Mısır’da ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki diğer ülkelerde, kadınlar ve savunmasız gruplar için daha adil bir dünya olmasına dönük çalışmalarını sürdürmek için nasıl yeni araçlar geliştirebiliriz, benzer deneyimlerden neler öğrenebiliriz?

COVID-19’a karşı zorunlu olarak uygulanan tedbirler nedeniyle, bu etkinliğe sanal olarak katılıyoruz.

Kısıtlamalar ya da ‘yeni normal’ adı verilen koşullar altında yaşamak sizler için sert, yabancısı olduğunuz bir deneyim olabilir; ben ise, 2016 yılının Mayıs ayından beri, feminist bir aktivist olarak yürüttüğüm çalışmaları cezalandırabilmek için ülkenin yetkili makamlarının hakkımda verdiği seyahat yasağı nedeniyle kendimi, aynı mücadele içinde benzer sıkıntıları yaşayan insanlarla daha fazla eşitlenmiş hissediyorum.

Bu seyahat yasağı, benim ve kurucusu olduğum Nazra for Feminist Studies isimli kuruluşun üzerinde baskı yaratmak için kullanılan araçlardan yalnızca biri. Bundan birkaç yıl önce, hakkımda müebbet hapis cezası istemiyle açılan dava kapsamında ifadeye çağrıldım; bu süreçte benim ve Nazra’nın mal varlıkları donduruldu.

Dört yılı aşkın bir süredir hayatımı bu tecrit ve karantina hissiyle sürdürdüğüm için, bu ‘yeni normal’e çoktandır hazırlıklıydım. Bu süreç, kendi bölgemde cinsel şiddetle mücadele etmek için kullanabileceğim farklı araçlar üzerine düşünmemi sağladı; feminist harekete duyduğum tutkuyu nasıl devam ettirebileceğim hakkında fikir verdi.

Böylesine saygın bir ödülü almak, yaşadığım tüm bu zorlukları değerli kılıyor ve bana, olası tüm sonuçlara rağmen umudu yitirmeden mücadeleye devam etmenin önemini hatırlatıyor. Sizlere tüm kalbimle teşekkür ediyorum.