Mwatana İnsan Hakları Örgütü, Yemen’de insan haklarını savunmak ve korumak amacıyla, 2013 yılında, Radya el-Mutavakel ve Abdulraşid el-Fakih tarafından kuruldu. Hava, kara ve deniz limanlarının kapatılmış olması nedeniyle insani yardımın yanı sıra gıda, ilaç ve yakıt gibi hayati ürünlerin sivillere ulaştırılmasında büyük güçlükler yaşanırken, bir yandan da zorla kaybetmeler, keyfî tutuklamalar, hak savunucularının baskı altına alınması gibi insan hakları ihlallerinin yoğun şekilde sürdüğü ülkede bu ihlalleri tespit edip durdurmak ve bu alanda doğru ve tarafsız bilgi üretmek üzere, genç kadın ve erkeklerden oluşan, bağımsız bir çalışma ekibiyle saha ziyaretleri ve araştırmaları, izleme ve belgeleme çalışmaları yapıyor. Topladığı veriler ışığında, uluslararası insan hakları hukuku değerlerine uyumlu yasal değerlendirmeler yapıyor; bunların kabul edilmesi ve uygulanması için lobi faaliyetleri yürütüyor.

İnsan hakkı ihlali mağdurlarına destek olurken, sorumluların tespit edilip adaletin sağlanması ve bu ihlallerin tekrarlanmasını önlemeye dönük mevzuat ve politikalar geliştirilmesi yönünde çaba gösteriyor. Filmler, broşürler ve sosyal medya aracılığıyla, kamuoyunu haklar konusunda bilinçlendirmek; insan hakları alanında uzmanlar yetiştirmek için çalışmalar yapıyor. Yemen’de olup bitenlerin uluslararası kamuoyuna aktarılmasında çok önemli bir rol oynuyor.

Eylül 2014’te, Yemenli silahlı grup Husilerin başkent San’a’yı ele geçirip ülkenin en büyük ikinci şehri olan Aden’e doğru ilerlemeleriyle ve buna karşılık olarak Suudi Arabistan’ın liderliğindeki bir uluslararası koalisyonun Mart 2015’te Husi güçlerine yönelik hava saldırılarıyla fitili ateşlenen ve halen devam eden silahlı çatışmalarda yaşanan insan hakları ihlallerini belgelerle ortaya koydu. Birleşmiş Milletler’in “dünyadaki en kötü insani kriz” olarak tanımladığı iç savaşta, ABD ve Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki güçler ile Husilerin saldırılarında binlerce sivilin, özellikle kadınlar ve çocukların öldürüldüğünü, birçoklarının yaralandığını; hastaneler, evler, parklar, pazar yerleri ve okulların tahrip olduğunu belgeleyip dünya kamuoyuna duyurdu. Yemen’in Eylül 1998’de onayladığı Ottawa Sözleşmesi çerçevesinde, Husi güçlerinin kara mayınları kullanmaya son vermesini, mayınların bulunduğu yerlerin belirlenmesini, depolardaki mayınların imha edilmesini, gömülü olanların temizlenmesini ve mayın kurbanlarına tazminat ödenmesini talep ediyor ve bu yönde çalışıyor. Görev başındayken kaybedilen ve keyfî olarak gözaltına alınan gazetecilerin durumuna dair araştırmalar ve belgeleme çalışmaları yürütüyor. Hazırladığı raporlar, Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından referans alınıyor.

Yemen’de yeni gelişmekte olan sivil toplum kuruluşlarının, 2011’de başlayan siyasi kutuplaşma içinde sesinin kısıldığı; 2014’te başkent Sana’a’nın Husiler tarafından ele geçirilmesi ve Mart 2015’te Suudilerin önderliğindeki koalisyon güçlerinin askerî müdahalesiyle bağımsızlıklarını kaybettiği; çatışma halindeki tarafların sosyal medya ve kendi özel ağları aracılığıyla, bağımsız insan hakları örgütlerine karşı karalama kampanyası yürüterek halkta onlara karşı önyargı yarattığı bir dönemde çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Seyahat hakkının da kısıtlandığı bu ortamda, sosyal medyayı daha aktif kullanarak, ülkedeki insan hakları ihlalleri raporlarını kamuoyuyla paylaşmaya devam etti, ediyor.

Bize Mwatana’nın, Uluslararası Hrant Dink Ödülü için seçildiğini bildiren e-postayı aldığımızda, Türkiye’den bir sivil toplum kuruluşu bizi seçtiği için sevindik, gururlandık. Türkiye’deki durum ile Yemen’deki durum arasında çok büyük farklılıklar olsa da, insan hakları kuruluşları olarak benzer güçlüklerle karşılaşıyoruz. İnsan haklarıyla ilgili meseleler üzerine çalışan, bu alanda büyük mücadele veren bir sivil toplum kuruluşu tarafından ödüle layık görülmüş olmak bize gurur verdi. Hrant hakkında, her bir jüri üyesi ve bizimle bu ödülü paylaşan Murat hakkında yazılanları okudukça daha da mutlu olduk, daha da büyük bir gurur duyduk. Teşekkür ederiz! 

Hrant’ı tebrik eder, doğum gününü kutlarım. Böylesi bir ailesi, ekibi, dostları ve sevenleri varken, Hrant ölmez. Dün ve bugün, Hrant’ı daha yakından tanıma imkânı yakaladım. Onun temsil ettiği değerler hakkında bilgi sahibi olup insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi gözlemlerken kendimi babamı düşünmekten alıkoyamadım. Babam yaşamı boyunca demokratik, medeni ve adil bir devlet için çalışan, barışçıl bir akademisyen ve siyasetçiydi. Kasım 2014’te sokakta yürürken öldürüldü. Yemen’deki savaş ve akıl almaz sayıdaki ölümler sebebiyle babamın tarihini, değerlerini ve hatırasını hak ettiği gibi anamıyoruz. 

Değerli konuklar; yanınıza, 22 milyondan fazla insanın insani yardım ve korunmaya muhtaç olduğu bir ülkeden geldim. Bu, Yemen’in nüfusunun neredeyse tamamı. Tamı tamına dörtte üçü. Buraya, 18 milyon insanın gıda güvencesinin olmadığı, 8,4 milyon insanın bir sonraki öğününü nasıl bulacağını bilmediği bir ülkeden geliyorum. Milyonlarca Yemenlinin temiz içme suyuna erişimi yok. Yerelde sağlık hizmetinin verilmediği ve ülke dışına seyahat etmenin imkânsız olduğu koşullarda tedavi edilebilir ve önlenebilir hastalıklar dahi ölüme mahkûmiyet anlamına geliyor. Yerinden edilen insanların dörtte üçü kadınlar ve çocuklar; yaklaşık iki milyon çocuk okula gitmiyor. 2500 okul ya yıkılmış ya da asıl amacına uygun şekilde kullanılmıyor. 

Tüm bunları ve çok daha fazlasını, meşhur bir cümleyle özetleyebiliriz. Yemen’de, dünya üzerindeki en kötü insani kriz yaşanıyor. Ancak, bu cümleye her zaman şunu da eklememiz gerekiyor: Bu, doğal nedenlerden doğmuş bir kriz değil; insan kaynaklı, çatışmadan doğmuş bir kriz. 

Yemen’deki kriz dördüncü yılına girerken, sivil halka ve diğer sivil hedeflere yönelik korkunç ihlaller yapıldı ve savaş suçları işlendi. Yasadışı hava saldırıları, ablukalar, ayrım gözetmeksizin yapılan bombardımanlar, keyfî gözaltılar, zorla kaybetmeler, işkence, okul ve hastanelere yönelik saldırılar, mayınlar, çocuk kaçırmalar ve daha birçok suç…

 

Yemen’deki tüm bu ihlalleri kimin yaptığını soracak olursanız, cevabım “Kim yapmadı ki?” olur.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin öncülüğündeki koalisyon ile onlara bağlı silahlı gruplar, silahlı Husi ve Salih grupları, Başkan Hadi’nin hükümeti ile ona bağlı silahlı gruplar. Ayrıca, Yemen’deki ciddi ihlallerde sorumluluk sahibi olan ülkelere silah satarak savaşı ateşleyen ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler. Yemen’deki savaşa ve çatışmanın taraflarına dair bir şeyler duyduğunuzda, bu savaşta kahramanlar olmadığını, yalnızca suçlular ve kurbanlar olduğunu hep aklınızda tutmalısınız. 

Tüm bunlara rağmen, umut her zaman var; Yemen’de barışın tesisi mümkün. Şimdiye kadar çatışmanın bir tarafı olmayı reddetmiş olan, Yemenli sıradan insanların çoğunun arzusu bu. Bu insanlar hâlâ siviller ve büyük bir yaşama arzusu içindeler. 

Mwatana’da gücümüzü bu insanlardan alıyoruz. Onların daha iyi bir hayatı ve adaleti hak ettiklerini düşündüğümüz için çok çalışıyoruz. Silahlı grupların ortasında kalmışsanız ve Suudi Arabistan gibi bir komşunuz varsa, bağımsız bir insan hakları kuruluşu olmak hiç kolay değil. Ancak, böyle bir durumda siviller için hiçbir şey yapmamak daha da zor. 

Hesap verebilirlik, adalet ve barışa giden yolda bize rehberlik etmesi için insan haklarını seçtik. İhlalleri belgelemek, yasal destek sağlamak ve savunuculuk yapmak korkunç bir savaşın ortasında duvar kazımaya benziyor. Yine de dürüstlükle yaptığımız çalışmaların savaşın duvarlarını sarsabileceğine ve bir gün bu duvarın yıkılacağına inanıyoruz. Barış bir gün gelecek ve Mwatana, herkes için adaletin ve haklara tam olarak erişim hakkının garanti altında olduğu bir toplum için çalışmaya devam edecek. 

İzninizle, sizleri Mwatana’nın ilk günlerine götürmek isterim. Mwatana’yı kurmak üzere yasal izin almak için 2007’den beri çaba gösteriyorduk fakat Sosyal İşler Bakanlığı, bireysel olarak yürüttüğümüz insan hakları faaliyetlerinden ötürü, bize bu izni bir türlü vermiyordu. 2013’te, Mwatana için nihayet resmî izin alabildiğimizde yalnızca iki kişiydik: Çalışma arkadaşım ve eşim Abdülreşid Elfakih ve ben. Bugün ise, büyük bir aileyiz. 70 kişiyiz. 70 bağımsız, tarafsız, cesur kadın ve erkek. Genel merkezimiz San’a’da ama Yemen’in her yerinde saha ekiplerimiz var. Hepsi de gençler, en yaşlıları belki de benim. 

Buradan her birine teker teker teşekkür etmek istiyorum. Bu kadar zor koşullar altında bu kadar sıkı bir çalışma yürüttüğünüz için teşekkür ederim. Hepinizi çok etkileyen nefret kampanyaları karşısında gösterdiğiniz sabır için teşekkür ederim. Gündelik hayatınızda ve çalışmalarınızda karşı karşıya kaldığınız risklere rağmen güçlü ve cesur olduğunuz için teşekkür ederim. Mwatana bu ödüle sizler sayesinde layık görüldü. 

Mwatana’nın saha araştırması asistanı, çalışma arkadaşımız Kamal Al Shawish bugünü bizimle kutlayamadığı için çok üzgünüm. Kamal, El-Hudeyde’de gözaltına alındı ve 14 Ağustos 2018’de silahlı bir Husi grubu tarafından zorla kaybedildi. Bir gün bir ay oldu.

Dün, Cumartesi Anneleri’nin temsilcisini dinlerken, çok üzgün hissettim. Ne diyeceğimi bilemeden sadece ona sarıldım. Sevdikleri zorla kaybettirilmiş olan insanlara söyleyecek bir şey bulmak her zaman zordur. Bunun ne anlama geldiğini iyi bilirim. Binlerce Yemenli de bunun ne anlama geldiğini iyi bilir. Keyfî gözaltılar, zorla kaybettirmeler ve işkence Yemen’deki en yaygın davalardan. Yıllardır neredeyse bütün yetkililer bu davaların bir parçası. Tüm bu feci ihlallerden en çok etkilenenler, anneler, eşler ve genel olarak tüm kadınlar. Yemen’de de alıkonulan kişilerin annelerinin kurduğu muhteşem bir kadın grubu var. 

Bizler Mwatana’da, Yemen’in dört bir yanında göz altına alınan ve kaybedilen kişilerin özgürlüğü için baskı yaratmak adına çok çalışıyoruz. Yemen’in yedi vilayetinde her gün pek çok vakayı takip eden yedi avukatımız var. Tüm karanlığa rağmen, bize devam etme cesareti veren başarı hikâyelerimiz var. Konuşmamı bitirirken Yemen’de, Türkiye’de ve tüm dünyada keyfî olarak gözaltına alınan ve zorla kaybedilen herkesin serbest bırakılmasını talep ediyoruz.