Agos, 17 Kasım 2000

Bazılarına ters gelebilir belki ama soruyu sormaktan çekinmeyeceğim. Şu yaşanılan süreçte Türk toplumuna tarihsel gerçekliği kabul etmesini, olanı 'soykırım' olarak adlandırmasını dayatanlar, Türk toplumunun güncel gerçekliğini iyi okuyabiliyorlar mı?

İkinci bir soru daha...

"Türk toplumu her konuda demokratik bir yaklaşım gösteriyor da, salt Ermeni sorununda mı antidemokrat kesiliyor?"

Hadi bir üçüncü daha...

"Türk toplumu gerçeği biliyor da mı inkâr ediyor, yoksa bildiği gerçeği mi savunuyor?"

Türkiye'yi iyi okuyamadıklarına inandıklarıma şunu anımsatmak isterim: Bu toplum daha dünkü 'Susurluk Vakası'nı, toprak altından çıkan 'Hizbullah cesetleri'ni hukuk dilinde tanımlamakta, adlandırmakta zorlanırken, 85 yıl önceki bir tarihi nasıl adlandırabilecek?

Sürekli vurguluyorum ama bir kez daha yineleyeyim. Türkiye kendi içinde halen bir demokrasi mücadelesi veriyor. İfade özgürlüğünden başlayan bir dizi demokratik gereksinimler halen Millet Meclisi'nin gündeminde sıra bekliyor. İnsanlar halen görüşlerini ne kadar özgürce ifade edeceklerini bizzat kendileri oto sansür uygulayarak belirliyorlar.

Dolayısıyla böylesi bir gerçeğin varlığı hesaba katılmadan, şu sıralar üçüncü ülkelerde peş peşe gündeme taşınan 'Ermeni tasarıları'nın Türkiye'deki milliyetçi dalgalanmaların tekrar yükselmesine, doruğa ulaşmasına ve demokratikleşme sürecine ciddi darbeler indirmesine yol açmaktan başka bir işe yaramayacağı kendiliğinden ortada değil mi?

Avrupa Birliği'nin katılım belgesinde yer alan Kıbrıs maddesinin Türkiye'deki yankıları henüz çok taze. 'Kürtçe yayın' gibi demokratik bir gereksinme konusunda en azından hükümet, siyasi çevreler ve toplumda farklı sesler çıkarken, Kıbrıs gibi ulusal bir konuda bir ittifak oluşabildiği hatta bunun gerekirse Türkiye'yi Avrupa Birliği'nden vazgeçme noktasına kadar götürebileceği ortada. Çarşamba günü onaylanan Türkiye raporuna bu kez de Ermeni maddesinin eklenmesi ise işin tuzu biberi sanki.

Şimdi gelin Kıbrıs'ın yanına bir de Ermeni sorununu koyalım ve referanduma gidelim.

Görelim bakalım, bundan önceki tüm kamuoyu yoklamalarında yüzde 70'lerde dolaşan Avrupa Birliği'ne 'Evet' oyu bu kez aynı oranda 'Hayır'a dönüşecek mi dönüşmeyecek mi? Bunun adına Türkiye'yi iyi okuyamamak denir... Bunun adına Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almak istemeyenlerin marifeti denir... Başka da bir izahı yok.

Türk ve Ermeni toplumları arasında ortak bir hafızanın tekrar inşasının gerekliliği üzerinde ısrarla duruyor ve dayatmalardan kurtulmanın en gerçekçi yönteminin bu olduğuna inanıyorum.

Bunu söylerken de son zamanlarda sıkça ifade edilen "Tarihi tarihçilere bırakalım" söylemine hiç sığınmıyorum.

Yani şimdi biz tarihçi değiliz diye tarihi tarihçilere mi bırakacağız? Hem sonra biz bu konuda samimi miyiz?

Basında, görsel medyada ve araştırma kitaplarında hemen her gün iskelet tefrikaları tarih diye yutturulurken, ders kitapları hâlâ düşmanca tanımlarla doluyken ve buralardan da husumetin ta kendisi çıkarılırken, bizzat biz tarihi tarihçilere bırakmış mı oluyoruz?

Üç haftadır kaleme aldığım ve birbirinin ardılı olan 'Ermeni sorunu'na ilişkin yazılarımı, önem verdiğim bir noktayla bitirmek isterim. Benim nezdimde, üçüncü ülkelerin tarihsel gerçekliğimi bugün kabul etmeleri hiç önem taşımıyor. Çünkü onlar başından beri bu gerçekliği biliyorlardı ve baş sorumluydular. Bunu beyan etmek için ise ulusal çıkarlarının elvereceği bir 85 yıl sonrasını beklediler. Bugün bile bunu 'bir ileri bir geri' Türkiye'ye karşı dayatma olarak kullanmaktan çekinmiyorlar.

Benim için aslolan, Türk toplumunun tarihsel gerçekliğinin farkına varması. Bu da ancak Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin gelişmesiyle mümkün olabilecek. Bizler ortak inadımızla gerçek demokrasiyi üretme sürecimizde, geçmiş acılarımızı da güzelliklerimizi de demokratik bir üslup içinde pekâlâ konuşmayı becerebiliriz.

İşte salt bu nedenle biz "Avrupa Birliği'nden önce Türkiye Birliği'ne" demeyi sürdürüyoruz.