Hrant Dink Vakfı bünyesindeki ASULİS Dil, Diyalog, Demokrasi Laboratuvarı’nın düzenlediği kavramsal tartışmalar serisinin üçüncüsü olan 'Feminist ve Queer Düşüncede Söylem' başlıklı söyleşi, 22 Ocak 2018'de Anarad Hığutyun Binası Havak Salonu’nda yapıldı. Olcay Akyıldız’ın moderatörlüğünü üstlendiği söyleşide Feryal Saygılıgil ve Alev Özkazanç'ın katılımıyla feminist ve queer düşüncenin söylemle olan ilişkisi ele alındı.
Söyleşinin videosu
Olcay Akyıldız açılış konuşmasında, feminist ve queer düşüncenin söyleme olan kuramsal yaklaşımını iktidar ilişkileri bağlamında bakarak, hem feminist ve queer söylemin oluşum sürecine hem de feminist ve queer eleştirinin yerleşik kavram ve düşünce biçimlerine müdahalesini sorgulayarak ilerleyeceklerini belirtti. Akyıldız, kadınların patriarkal söylemi fark ediş, itiraz ve kendi söylemlerini oluşturma süreçlerini tarihsel dönüşümü içerisinde ve bir yandan egemen söylemin kısıtlayan tarafına bakarken diğer yandan karşı söylem imkânlarını anlatması için sözü Feryal Saygılıgil’e verdi.
Söyleşide ilk sözü alan Feryal Saygılıgil, Sara Ahmed’in kadınlara ayakta kalma, direnme kiti sunan ‘oyunbozan feministlik’ terimi ile konuşmasına başladı. Saygılıgil, kişisel olanın politik ancak Sara Ahmed için aynı zamanda kurumsal olduğunu ve Ahmed’e göre feminizmin bir ödev olarak görüldüğünü aktardı. Saygılıgil ayrıca Ahmed’e göre kadınların deneyimledikleri ve maruz kaldıklarıyla ilgili kelimeleri olmadığı için ne yaşadıklarını ifade edemediklerini ancak kendi kelimelerini yarattıklarında ne yaşadıklarını fark edebileceklerini aktardı. Bu noktada, direniş mekanizmaları içerisinde kadınların kendi dillerini oluşturmasının önemini vurguladı. Sarah Ahmed’e göre feminizmin dünyayı anlama, yorumlama ve dönüştürme pratiği olduğunu aktaran Feryal Saygılıgil, Judith Butler’ın siyasi sorumluluk kavramını bu pratiği anlamada kullanır. Butler’a göre kişi kendini başkalarının dünyasında bulur ve o dünyadan etkilenerek, onu dönüştürmeye başlar. Kısacası, Saygılıgil’in de ifadeleriyle feminist düşünce bagajımızda olduğu zaman hem siyasi sorumlulukla donatılmış oluyoruz hem de öğrenmeye açık, başkasını anlamaya çalışan ve bu anlamayla birlikte kendimizi de anlamaya çalışan, dönüştürmeye çalışan bir durum içerisine giriyoruz.
Ardından söz alan Alev Özkazanç, Judith Butler’ın performatiflik üzerine yaptığı kuramsal tartışma ekseninde konuşmasına başladı. Özkazanç, Butler’ın söylem analizi ve nefret söylemine performatif kavramı ekseninde yaklaştığını ve bu yaklaşımla 90’lı yıllardaki Amerikan ilerici siyasetine egemen olan konumu çok radikal bir şekilde eleştirdiğini aktardı. Özkazanç, 90’lı yıllarda Amerikan solunda egemen olan ve o günden günümüze bütün dünyada ve Türkiye’de de etkili olan bir paradigmayı oluşturan eğilim karşısında Butler’ın ayrıksı duruşunun ve eleştirisinin Butler’ın queer feminizminden anladığı şey ile aynı olduğunu da aktardı. Butler’a göre, 90’lı yıllardaki ilerici Amerikan siyaseti nefret ifadelerini suç edimi olarak görüp yasaklamayı önermesi aslında hatalı bir performatif anlayışa dayanıyor çünkü edim sözler yarattıkları etkilerini sınırlı bir bağlamda ortaya çıkan ifadeye borçlu değiller, tersine güçlerini çok geçmişte olan biten ve sürekli tekrarlanmış olan belirli bir kurumsallığa ve tarihselliğe borçlular. Aynı zamanda bir ifadenin belirli bir zamanda bir etkisi varsa gene bu etki kendi gücünü geçmişten aldığı gibi gelecekten de alıyor çünkü söz konusu kurumsallığın gücünü geçmişten aldığı gibi gelecekten de aldığını varsayıyor. Özkazanç, Butler’ın, insan öznelliği için dil çok kurucu bir şey olduğundan insanı yaralayabiliyor oysa sadece yaralamaya işaret etmek Butler için yeterli değil diye aktardı. Butler için dil bir öznelliği sınırlı bir şekilde kurabilir, belirli bir gruba bir ad verirken geri planda kötü niyetler olabilir ama bir kez bir ad ile çağrıldığınız andan itibaren, özel bir adla ya da grup ismiyle, aslında siz bir özne oluyorsunuz ve bu bir failliği başlatıyor. Sizi her zaman ve sonsuza kadar, sabit ve zorunlu bir şekilde ezilen, kurban, edilgen bir şey olarak kurmuyor dil, tersine kontrol dışına çıkacak belirli faillik etkileri yaratacak bir özne olarak kuruyor. Özkazanç’a göre, Butler için insan öznelliği kendi hareketleri ve edimleri ile kontrol dışı şeyler ve alt üst edici tekrarlar yaratabilir. Özkazanç böylece Butler’ın tekrarın aynı zamanda kontrol dışı etkiler yaratarak altüst edici ve yaratıcı tekrarlara açık imkânlar yarattığını ve bu tekrarların yeni bağlamlara taşınarak veya yeniden anlamlandırılarak farklılaşabildiğini aktardı. Kısacası, belirli bir gruba işaret eden kötü bir adlandırma yenilikçi bir tekrara uğrayıp, tarihsel hareketlilik kazanarak ufuk açıcı yeni perspektifler de açabilirler.