Hafıza Mekânlarının Yaratıcı Şekilde Yeniden Kullanımı projesi kapsamında çalıştığımız illerden biri de Adana. Nisan 2017’de saha araştırması tamamlanan projeyle ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Bir yandan araştırmanın ürünü olarak planladığımız, Adana’nın kültürel mirasını ele alan yayın üzerine çalışırken, diğer yandan yaptığımız sözlü tarih görüşmeleri üzerinde çalışmaya devam ediyoruz. Adana merkezini ve Aladağ'ı kapsayan çalışma, bir yandan şehir ve kentleşmeyi, diğer yandan kırsal alanda ve doğa ile iç içe olan kültürel mirası ele alıyor.

Aladağ'da kültürel miras: Doğa ile iç içe

Adana’nın ilçelerinden olan Aladağ, il merkezinden yaklaşık bir saat uzaklıkta. Her gün merkezdeki Yüreğir otogarından Aladağ ilçe merkezine minibüs kalkıyor. Minibüsün yolu Akören’den geçiyor. Akören, eskiden belde iken Büyükşehir yasasındaki değişiklikle mahalle olup Aladağ'a bağlanmış. Kilikya arkeolojisi literatüründe Akören’deki iki kilise kalıntısı Akören I ve Akören II olarak geçmekte. 1990’lı yıllarda burada iki ayrı kazı çalışması yapılmış, bölgenin tarihi üzerine önemli sonuçlara ulaşılmış. Akören’de ve genel olarak Aladağ’da yaşayanlar da bu çalışmaları hatırlıyor. Bu arkeolojik alanlar hakkındaki bilgilerin bir kısmı, özel olarak Gabriel Mietke’nin kazı çalışmasından geliyor.

Bölgedeki Bizans kültürel mirasının MS 5 ile 6. yüzyıllara ait olduğu ve MS 12 ve 13. yüzyıllar arasında Ermeniler tarafından yeniden kullanıldığı biliniyor. Akören’deki Bizans kiliselerinin MS 1198 yılında inşa edilen Agner Manastırı’nın bir parçası olarak kullanıldığı bilgisi çeşitli kaynaklarda yer alıyor. Bugün baraj suları altında kalan, Akören beldesine en yakın köyün isminin Eğner olması, bu tahminin en belirgin göstergelerinden biri. Eğner, Ermenice 'çok gözlü' anlamına gelen Agner - Ակներ kelimesinin değişik telaffuzlarından biri. Bir kaç yıl öncesine kadar su kaynakları ve değirmenleri ile bilinen, hatta Adana merkezden günübirlik dinlenme mekânı olarak ziyaret edilen Eğner köyünün meşhur su kaynaklarına yedi asır öncesine ait elyazmalarında ve ismin manasında da rastlıyoruz. Köy ve manastır arasında kuş uçuşu yaklaşık dört kilometrelik bir mesafe bulunuyor.

Akören beldesinden kuzeye doğru beş dakika uzaklıkta araba yolu son buluyor. Buradan tarlaların içerisinden yürüyerek yarım saatlik mesafede ilk yerleşim mekânına, oradan da doğuya, tepelere doğru tırmanarak ikinci mekâna ulaşılabiliyor. Aladağ’daki çalışmamızda, Doğa Derneği’nden bize katılan Alen Mevlat ve Derya Engin ile beraber, bu parkurunun detaylı rotasını çıkardık; hem kültürel mirasın, hem kadim tarım izlerinin anlatıldığı bir gezi rehberi hazırlama atölyesi gerçekleştirdik. Aladağ Belediyesi’nin de manevi ve lojistik desteği ile yürüttüğümüz çalışma sırasında Akören’in yanı sıra, eskiden köy olan, ancak nüfus kaybı sebebi ile Uzunkuyu köyüne bağlı bir sokağa dönüşen Kayabaşı’nda da benzer kültür-doğa ilişkilerini gözlemleme ve araştırma fırsatımız oldu.

Adana'da kentleşme ve kültürel miras

Aladağ’da üç gün geçirdikten sonra, çalışmalarımıza Adana merkezde, Seyhan’da devam ettik. Hedefimiz Aladağ’da yaptığımız gibi, merkezde de, bu sefer şehir ortamında yürüyüş rotaları belirlemekti. Bu çalışma için şehri iyi tanıyan ve dönüşümünü yakından takip edenlerin uzmanlığına sığındık. Can Durmuşoğlu, Adana’da yaşayan bir mimar. Yolumuza Can Durmuşoğlu’nun ofisinin bulunduğu Reşatbey mahallesinden başladık.

Reşatbey mahallesinde Cumhuriyet döneminin ilk kentsel dönüşümlerini, merkezi yapılanmanın güçlenmesini, Jansen planlarının nasıl uygulandığını gözledik. Buradan Adana garına doğru harekete geçerek, gar binasının yapısını ve şehrin akslarını belirleyen konumunu konuştuk. Oradan Ziya Paşa bulvarına girerek, 1990’lı yıllardan itibaren yaşanan kentsel dönüşümün getirdiği sosyal yapılanmayı konuştuk. Atatürk parkının yanından, artık yok olmuş Ermeni mezarlığı boyunca yürüyerek eski şehre girdik. Belediye binasının nasıl kamu hayatının dışında kaldığını, insanlardan kopuk hale geldiğini ve bu durumun başka kamusal binalar, kültür merkezleri, hatta yeni yapılan büyük cami için de geçerli olduğunu gördük. Bu duruma kıyasla eski camilerin ve artık yok olmuş kiliselerin nasıl insanlara yakın konumları olduğunu konuştuk. Söz fabrikalardan açılmışken Rum Tripani ve Simeonidis, Ermeni Gülbenkyan ve Yahudi Gilodo fabrikalarından, 1921’de Ermeni ve Rum fabrikalarına, Varlık Vergisi ile de Yahudi fabrikasına el konmasından bahsettik.

Ünlü Abidin Paşa caddesine geçerek, eskiden Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Tepebağ mahallesine vardık. 1882 yılında Krikor Ağa Bızdigyan ve Kasbar Ağa Avakyan tarafından yapılan Büyük Saat Kulesi'ni ve Arastalar olarak bilinen o sokaklarda yakın dönemde yaşanan dönüşümü konuştuk. Kullanılmayan birçok binanın yanına yeni binaların yapıldığını ve yeniden kullanım pratiğinin gözardı edildiğine şahit olduk. Merkez Bankası’nın yanından geçerek, oranın Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi'nin yer aldığı konum olduğunu, kilise binasının uzun yıllar boyunca Tan Sineması olarak işlev gördüğünü ve böylece korunduğunu, 70’li yıllarda ise kentsel dönüşümün kurbanı olduğunu öğrendik. Saha çalışmasında bunlar ve benzeri başka bir çok yapı hakkında bilgi toplama fırsatı bulduk. Bu bilgilerin değerlendirilmesi ve sunumu üzerine çalışmalarımız devam ediyor.

Kültürel miras ve sözlü tarih

Sözlü tarih yöntemi, bilgi toplama çalışmalarımızın önemli bir parçasını oluşturuyor. Adana’daki çalışmalarımız süresince yürüttüğümüz sözlü tarih mülakatlarının yanı sıra, saha çalışmamızın son ayağında bir sözlü tarih atölyesi de yer aldı. Adana ve Mersin’den katılımcılarla düzenlediğimiz eğitim çalıştayı, vakfın sözlü tarih projelerinin deneyimli yürütücüsü Emine Kolivar’ın katılımıyla gerçekleşti. Kolivar, sözlü tarihin dönüşümünü ve yöntemini anlatarak, vakfın tercih ettiği derinlemesine mülakat tekniğinin detaylarını ve deneyimlerini aktardı. Sonraki iki günde pratik çalışmalarla mülakatlar devam etti.

Adana saha çalışmamızda bize birçok kişi ve kurum yardımcı oldu. Hafızayı taşıyanlar, hafızanın nerede olduğunu bilenler ve bu bilgileri bizimle paylaşanlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Adana hakkında birçok şey öğrendiğimiz bu araştırmanın sonuçlarını en iyi biçimde paylaşmak için çalışırken; Kilikya-Çukurova bölgesinin zaman ve mekân genişliğiyle benzeri olmayan bir yurt olması, Adanalıların şehirlerini ne kadar sevdiği, kaybolan kültürel miras için ne kadar üzüldükleri, uzakta olanların nasıl bir özlemle yaşadıkları bizi heyecanlandıran gerçekler oldu. Sizin de paylaşmak istediğiniz bilgi, anı, aile hikâyesi varsa ve çalışmalarımıza herhangi bir katkıda bulunabileceğinizi düşünüyorsanız, bizimle iletişime geçebilirsiniz.